Barış Yıldırım: İlerici Müzik Kendini Yenilemeli

Barış Yıldırım, müzik üzerine yazdıklarını “Geniş Merdiven” kitabında bir araya getirdi. Kitapta çok sayıda ve farklı zamanlarda konu olan müzik gündemlerinin yanı sıra halk müziği, ilerici müziğin deneyimleri ve müziğin sahnelenme biçimlerine dair yazılar yer alıyor. Yıldırım ile dünyada ve Türkiye’de müziğin sorunları ve çözüm önerilerini üzerine konuştuk.

23 Kasım 2022

Söz yazarı ve müzisyen Barış Yıldırım, müzik üzerine yazdıklarını “Geniş Merdiven” kitabında bir araya getirdi. Kitapta çok sayıda ve farklı zamanlarda konu olan müzik gündemlerinin yanı sıra halk müziği, ilerici müziğin deneyimleri ve müziğin sahnelenme biçimlerine dair yazılar yer alıyor. Geniş Merdiven: Müzik Yazıları ile aynı günlerde Mimas Yayınları’ndan ikinci şiir kitabı Dağlar Kuşatır Yalnızlığını çıktı. Dünyada ve Türkiye’de müziğin sorunları ve çözüm önerilerini sunan Yıldırım, “Halk sanatının engin okyanusundan beslenmeyen her müzik adası giderek sulara gömülecektir ama bu okyanustan beslenmek için de o sanatın organik varlığını sürdürmekle kalmaması kendini yenilemesi de gerekiyor” dedi.

Söyleşiye kitaba da isim olan, bağımsız sanat ortaklığıyla sahnelemeye başladığınız Geniş Merdiven ve “epik oratoryo” tarzınızdan bahsetmenizle başlamak isterim…

Geniş Merdiven, bundan bir yıl önce kadar müzisyen arkadaşım Murat Mengirkaon ile birlikte kendi bestelerimizi ve dünyanın ve ülkenin ilerici müzik geleneğinden şarkıları söylemek üzere kurduğumuz orkestranın adı. Aynı zamanda Mikis Theodorakis’in bir şarkısı. Bu şarkıyı ilk konserimizde Türkçeye uyarlayarak çevirdik, söyledik, söylemeyi sevdik, orkestramızın da adı böyle kaldı. Konserlerin yalnızca şarkıların ardı ardına sıralanmasıyla sınırlı kalmasını istemiyorduk, o yüzden hep konuşan, hikâyeler anlatan, sohbet eden solistler olduk. Bir süre sonra bu konuşmaları daha yapılandırmış hale sokmak üzere yazmaya başladık. Giderek bu bizim “epik oratoryo” dediğimiz tarzı doğurdu. Oyuncu arkadaşımız Eskişehir Halk Sahnesi’nden Latif Tiftikçi bu oratoryoların sahnelemesinde anlatıcı ve oyuncu olarak rol almaya başladı. Epik oratoryo şarkıların, şiirlerin, dramatik sahnelerin ve diyalogların iç içe ilerlediği tarzın adı. Brecht’in epik tiyatrosunun unsurlarını Theodorakis’in klasik müzikten alarak daha geniş kitlelere açtığı ve “halk oratoryosu” adını verdiği oratoryo yaklaşımını birleştirerek sahneye çıkıyoruz. Dolayısıyla dinleyici bizim etkinliklerimizde hem bir konser hem de dramatik bir sahne gösterisi izliyor, bir hikâyeyi takip ediyor ve şarkılarımıza dahil oluyor.

Kitapta çok sayıda ve farklı zamanlarda konu olan müzik gündemlerinin yanı sıra ana üç temel görüyoruz; Halk müziği, ilerici müziğin deneyimleri ve sahneleme biçimlerinin tek düzeli hali…

Halk müziklerinin her tür müziğin temelini oluşturduğunu düşünüyorum. Neyin halk sanatı, neyin “meslekten” sanatçıların ürettiği sanat olduğu konusunda tartışmalar baki elbette, kitapta da bu tartışmayı yapıyorum. Fakat adına ne dersek diyelim müzik sanatının birçoğu anonim olan şarkılar, ilahiler, danslar külliyatı içinden doğduğu açık. Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu’nda Nietzsche’nin de Sanatın Toplumsal Tarihi’nde Hauser’in de Marksist müzik yazarın Finkelstein’ın da, yani Marksistlerin de Marksist olmayanların da üzerinde birleştiği bir konu bu. Ne var ki içinde bulunduğumuz dönemde halk müziklerinin dünya müzik sahnesinde giderek seyreldiği de açık. Bu evrensel kültürümüz açısından bir zayıflamaya denk düşüyor. Halk sanatının engin okyanusundan beslenmeyen her müzik adası giderek sulara gömülecektir ama bu okyanustan beslenmek için de o sanatın organik varlığını sürdürmekle kalmaması kendini yenilemesi de gerekiyor. Benim “ilerici müzik” diye çerçevelediğim geniş damar, halk sanatının çağdaş kulaklara sunulması açısından, 20. Yüzyıl başındaki öncü bestecilerin izinden giden en önemli akım. O yüzden bu müziğin yaşaması ve halk müziğiyle temasını koruması gerekiyor, diye düşünüyorum. Kitapta da tartıştığım üzere, devrimci sanatta müzik ve tiyatro çoğu zaman birlikte davranmış. Amerikalar’da da böyle bu, Avrupa ve Asya’da da, (örneğin her 1 Mayıs’ta söylediğimiz Sarper Özsan marşının bir tiyatro şarkısı olduğunu hatırlarsak) bizde de. Bu yüzden sahne ve müzik birlikteliği (opera, operet, müzikli tiyatro, oratoryo gibi klasik formlarda zaten yerleşik olan bu birliktelik), özellikle de bir tarafım tiyatro eğitiminden ve yazarlığından beslendiği için, benim için önemli. 

‘MÜZİĞİN GENELİNİ TARTIŞMAYA ÇALIŞTIM’

Kitabın yayınlama nedenlerinden biri de muhalif müzik hakkında yeterince kitabın olmaması. Bu eksikliğe dair değerlendirmeniz nedir?

Kitapta “Sokaklara Çıkacak Şarkılar” başlıklı bölümde totolojik görünen bir sav var: İlerici müziğimizin son dönemde bir parça “modası geçmiş”, “eski” görülmesi, giderek daha az dinlenmesinin bir sebebi de bu konunun “simgesel yeniden üretim”ine yeterince odaklanmamamız. Şarkılar çok güçlü şeyler ama kendi başlarına güçleri her şeye yetmiyor, o yüzden şarkı yaptığımız gibi şarkılarımız hakkında konuşmalı, yazmalıyız da. Elbette bu alanda önemli çalışmalar var. Orhan Kahyaoğlu’dan Sinan Gündoğar’a bu konularda yayınlar yapıldı, yapılıyor, Kasım ayında Ruhi Su ile ilgili bir sempozyum düzenleniyor mesela, bu da iyi bir haber. Ama her halükârda müzik hakkında, özellikle de ilerici müzik hakkında, bu müziğin biçimini, içeriğini, toplumsal ilişkilerini tartışan metinlerin sayısı sınırlı. Ben de yalnızca kendi müziğimi değil müziğin genelini tartışan bir metinle buna katkı sunmaya çalıştım.

“Sokaklara Çıkacak Şarkılar” bölümü; insanların neden umutlu şarkılara ihtiyaç duyduğuna dair örneklerden yola çıkarak anlattığınız bölüm. Bugün olduğu gibi geçmişte de insanların yaşadığı baskıya, açlığa, çaresizliğe karşı umut olarak şarkı söylemeyi, birlikte şarkı söylemeyi tercih etmiş. Görülen o ki umut, her haliyle insanın daima ilk arayışı olacak… 

Ve şarkılar da umut için ilk sarıldığımız şeylerden biri. Müzik, hele de sözle birleşip şarkı olunca, duygu durumumuz üzerine çok güçlü etkiler yapan bir sanat. Twitter’da sizi en çok umutlandıran şarkı sözleri hangisi diye basit bir soruyla başlayan macera önce Karaburun Bilim Kongresi’nde bir bildiriye dönüştü, sonra bir dergi yazısına, nihayetinde de Geniş Merdiven’de bir kitap bölümüne. Bu soruya verilen cevaplarda adı en çok geçen şarkıları bit.ly/musicbandera adresinden erişilebilecek YouTube kanalımda bir çalma listesi haline de getirmiştim. Bizi umutlandıran şarkılar hangileridir’in ötesine geçip müziğimizin köşe başlarına uğrama fırsatı verdi bu soru.

Barış Yıldırım

‘ŞARKIYI SÖZÜNÜN ŞİİRSELLİĞİ GÜÇLÜ KILAR’

Kitabında şiir-müzik işbirliğinin bugünkü durumuna da değiniyorsun. Bizim için bu ilişkiye dair değerlendirmeni aktarabilir misin?

Geniş Merdiven: Müzik Yazıları ile aynı günlerde Mimas Yayınları’ndan ikinci şiir kitabım Dağlar Kuşatır Yalnızlığını çıktı. Kitabın bir bölümü, Heine’nin Şarkılar Kitabı’ndan esinle “Şarkılar Defteri” adını taşıyor. Öteden beridir bestelerimi notalı şarkı defterleri (İngilizce songbook’u böyle çeviriyorum) halinde tutmaya çalışıyorum. Çıkardığım albümlerden ikisi için birer kartonetin yanı sıra şarkı defterleri de hazırladım. Bu yüzden bu sözcüğü seçtim. “Şarkılar Defteri” benim bestelenmiş şiirlerimle kendimin ve başkalarının müziklerine söz olarak yazdığım metinleri içeriyor. Alışıldıktan zaten daha kalın bir şiir kitabına bir de böyle bir bölüm eklememin sebebi, şiirle şarkı arasındaki bu ilişkiye vurgu yapmak istemem. Şiir ve müzik birlikte doğdular, ikisi de bağımsızlığını kazandı ama bu birlikte çok güzel şeyler yapmayacakları anlamına gelmiyor. Şarkıların sözünün şiirselliği şarkıyı daha güçlü kılıyor, öte yandan şiirin kendi sesine, “müzikalitesine” verilen önem şiiri güçlendiriyor. 

 

Kitapta ilerici müziğin sorunlarından bahsederken “modası geçti” bakışını eleştirip asıl sorunun iyi üretimlerin yapılmaması ve siyasi mücadelenin kitleler üzerindeki zayıflılığı olarak görüyorsunuz, bunu biraz anlatabilir misin?

Siyasi mücadeleler her zaman sanatı beslemiştir. Fransız Devrimi sırasında yazılan binlerce melodramdan Güney Amerika mücadele geleneğinden beslenen Canción Nueva’ya, 1970 ve 80’lerde üretilen politik film, oyun ve romanlardan Gezi Dönemi’nde üretilen yüzlerce şarkıya dek bunun çok örneğini gördük aslında. Yine de siyasetle sanatı birbirinden ayrı olarak düşünme eğilimimiz var ve bu eğilim egemen ideolojilerden çokça teşvik görüyor. Oysa Shakespeare oyunlarından Mozart operalarına dek sanat hep siyasi oldu, siyaset de hep sanatla ilgilendi. 90’ların devrimci yükselişi Türkçe ve Kürtçe müzik yapan onlarca grup ortaya çıkardı. 2000’lerle birlikte ezilen toplumsal muhalefet, direnişini her şeye rağmen sürdürse de, gücünden çok şey kaybetmişti ve bu sanata da yansıdı. Yine de bu bir yazgı değil. Kültür emekçilerinin böylesi dönemlerde mirası büyütmesi zor bile olsa bunu yapabilirler, hiçbir şey yapamazlarsa mirası bir emanet olarak koruyabilirler ki yarın yeni bir siyasi yükseliş döneminde (eninde sonunda gelecektir o dönem) müziğimiz, şiirimiz -ve genel olarak sanatımız- emaneti gölgelerin sandığından çıkarıp günışığının altına serebilsinler. 

Bu böyleyken, son zamanlarda pop hip-hop (Tan ve hip-hop âleminin ortak albümü) gibi alanlardan gelen eleştirel şarkıları nereye koymalıyız?

Kitaptaki şiirlerin birinden bir imge ödünç alacak olursam, “ismin beş, direnişin bin beş hâli var.” Sınıf mücadelesi mevcut dillerin (lisanların, üslupların, türlerin) hepsinde birden konuşabilir, dahası, konuşması iyidir de. Pop da hip hop da aklımıza gelebilecek her tür janr da içinde bulunduğumuz dünya ve toplum hakkında söz söyleyecektir. 60-70’lerin pop ve aranjmanı ile Livaneli’lerin, Timur Selçuk’ların, Şanar Yurdatapan’ların müziği nasıl bir diyalog içine girdiyse bugün de yeni diyalog kanalları açılacaktır, açılmaya da başladı bile. Söylenebilecek her dilden söylemek, çalınabilecek her telden çalmak ne güzel. “Her çiçekten bal almak” deyiminin en yakıştığı yerlerden biri sanat bence.

Sevda Aydın/ İzmir.Art