Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sanatçısı Giz Öztaş Röportajı
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Vurmalı Çalgılar Sanatçısı Giz Öztaş, İzmir.Art’a konuk oldu. İzmirli genç sanatçıyla, müzik eğitimini ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na uzanan kariyer yolculuğunu konuştuk.
İzmirArt: Giz Öztaş kimdir ve müziğe olan ilgisi nasıl başladı?
Giz Öztaş: Merhaba, ben Giz Öztaş, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nda Vurmalı Çalgılar sanatçısıyım. Şöyle başlayabilirim, ailem sayesinde müzikle doğup büyüdüm. Mesleki kariyerini müzikle yapan benim dışında kimse olmasa da, dinleme kültürü bu kadar zengin olan tanıdığım sadece hala ailemdir. Küçüklüğümde her türlü hobiyi, spor dalını denemiş biri olarak, en çok sanattan keyif aldığımı hatırlıyorum. Çok fazla resim çizerdim. Hatta kendi yaptığım haftalık dergilerim bile vardı. Çocuk korosu ilk başlangıcım oldu müzik yolculuğumda. İsmail Bilen, ışıklar içinde uyusun, onun sayesinde çok genç müzisyen yetişti. İlk profesyonel sahnem Carl Orff’tan Carmina Burana’ydı çocuk korosu ile birlikte. O yüzden yeri çok başkadır bende. Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde, henüz çok küçükken sahne almıştım. Eseri dinlerken orkestradan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Profesyonel hayata beni iten bu bile olmuş olabilir.
Fotoğraf: Gülcan Acar
İzmirArt: Nasıl bir eğitim aldınız ve müzikte öğrenmek sürekli devam mı ediyor?
Giz Öztaş: Müziği hobi yerine meslek olarak yapmaya karar verdiğiniz andan itibaren bütün hayatınız değişiyor. Bilindik eğitim sistemine göre çok farklı bir süreçten geçiyorsunuz. Her sınıfın belirlenmiş bir yeterlilik seviyesi var. Ve sınavınızı seçtiğiniz enstrümanı çalarak geçmelisiniz. Konservatuvarlar, ilkokul beşinci sınıftan itibaren öğrenci alıyorlar fakat ben lisede girdiğim için açığını kapatmam gereken üç senelik bir müfredat da vardı elimde. Bir anda yeni bir dil öğreniyorsunuz ve o sizin artık sorumluluğunuz haline geliyor. Aynı zamanda biz perküsyoncular, tüm gerekli enstrümanları evlerimize alamadığımız için her defasında okula gidip çalışmak durumunda kalıyoruz. Tabi ki kâğıt üzerinde olan derslerimiz de var aynı zamanda. Müzik ve sanata dair tüm konularla ilgili hem sahnede hem de sınıfta eğitim görüyoruz. Ve evet, sadece müzik de değil, hayatta dahi öğrenmek sürekli devam etmeli.
İzmirArt: Vurmalı Çalgılar, tek bir enstrüman üzerine odaklanmıyor. Birden fazla enstrümana yoğunlaşmak gerekiyor. Neden vurmalı çalgıları tercih ettiniz?
Giz Öztaş: Birçok enstrümanı çalabiliyor olmak zorluğundan çok inanılmaz keyif veren bir durum. Tabii ki öğrenme sorumluluğumuz çok daha fazla çünkü her öğrendiğimiz yeni enstrümanla birlikte, yeni bir çalma tekniği de öğrenmek zorundayız. Fakat çalıştığımız enstrümanların sayısının fazla olması, bizim işimizin örneğin bir piyanistten veya bir keman sanatçısından daha zor olduğunu göstermemeli. Çünkü her sanatçının enstrümanı ile olan ilişkisi başkadır, o yüzden herhangi bir enstrüman grubuna daha zor demek yanlış olur. Çok köklü bir yol, hangi kökü salacağımız kendi elimizde. Bu yola severek ve isteyerek girdiğim için yaşadığım zorluklar bana hiçbir zaman yük olmadı. Bu yolu tercih etme sebebim içinse, kendimi en özgüvenli ve üretken hissedebileceğim dalın bu olduğunu düşünerek ortaokul çocuğu olarak aldığım bir riskin, tamamen güzel sonuçlanması diyebilirim. Dünyanın her bir yerinden farklı kültürlerle birlikte değişen enstrüman yapıları ve çalma teknikleri ile, perküsyon dünyasının çok renkli ve çok keyifli bir dünya olduğunu düşünüyorum.
Fotoğraf: Salim Fatih Söğüt
İzmir Art: Vurmalı çalgılar içinde sizi en çok etkileyen enstrüman hangisi oldu?
Giz Öztaş: Ayrım yapamam. Çaldığım her enstrümanı çok severek çalıyorum. Çaldığımız onca enstrüman varken sadece birinin üzerine bile uzun süreler konuştuğumuz oluyor. Hangi hissiyatla çaldığımızı, enstrümanı nasıl tuttuğumuzu, baget tutuşumuzu ve bilek hareketimizi nasıl ayarlayadığımıza kadar tartışıyoruz ki istediğimiz efektif sesi verebilelim. Ve bütün bunlar sadece bir enstrüman üzerine. En ufak ayrıntısına kadar tartışma sebebimiz ise sahnedeyken enstrümanın, eserin ve bestecinin tüm duygularını doğru bir şekilde yansıtabilmek ve hakkını verebilmek. Orkestrada çalmaya ilk başladığım zamanlarda çelik üçgen enstrümanını çalarken, şef bana “Öyle bir vur ki, sanki yıldız kaymış gibi hissedeyim” demişti. Hala çıkmaz o cümle aklımdan. İstediğiniz zaman, o efekti gerçekten verebiliyorsunuz. Sadece bir enstrüman üzerinde bile bu kadar derin ayrıntılar var iken, çok daha fazlası ile çalıştığınızı düşünün. Bence bu büyüleyici bir detay. Sanırım ayrım yaptığım zaman kötü hissetmemin sebebi bu.
İzmir Art: Orkestra perküsyoncusu olarak, çalmaktan en keyif aldığınız eserler hangileri?
Giz Öztaş: Bir orkestra perküsyoncusu olarak, çalmaktan çok keyif aldığım eserlerden ilki Johann Strauss’un Polka’ları. Perküsyonları efektif olarak kullanmayı çok seviyor ve hem çalması hem de dinlemesi gerçekten keyifli eserler. İkinci olarak Carl Orff’tan Carmina Burana. Önceki soruda da bahsettiğim gibi yeri çok ayrıdır bende. Ve son olarak Maurice Ravel’in Bolero eserinden bahsetmek istiyorum. Eserin trampet partisini çalmak bir vurmalı çalgılar sanatçısı için hem büyük bir meydan okuma hem de büyük bir gurur kaynağıdır. Çok daha fazla çalması keyif verici eserler tabii ki var ama sanırım benim listemin ilk üçü bu.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda Vurmalı Çalgılar bölümündeki ilk kadın sanatçısınız. Nasıl hissettiniz?
Giz Öztaş: Mesleki kariyerimi orkestra perküsyoncusu olma yönünde şekillendirmeye karar verdiğimden beri, CSO’daki yerimi almak hayatımın en harika hislerinden biri oldu. Ama aynı zamanda pozitif ayrımcılık taraftarı olmadığımı da söylemek istiyorum. Yeri geldi kendimi bu şekilde tanıttığım da oldu. Fakat sonrasında anladım ki mutluluğum, bir kadın olarak ilk defa bu pozisyonu elde etmek değil, Türkiye’nin kurulan ilk orkestrasındaki yerimi edinmiş ve kariyer hedefimi gerçekleştirmiş olmaktır.
Fotoğraf: Gülcan Acar
İzmir Art: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki sınav süreciniz ve dâhil olduktan sonraki süreç nasıl ilerledi?
Giz Öztaş: Bir orkestra, bünyesine yeni enstrüman sanatçıları katmak istediği zaman, sınav açar. Sınav tarihi ve her enstrümanın kontenjanı belirlendikten sonra duyuru yapılır. Tabii ki sınavdan kastım aynı konservatuvar eğitim sürecindeki gibi sahnede bireysel olarak çaldığımız bir enstrüman sınavı. CSO, sınav duyurusunu yaptığı zaman ben Dokuz Eylül konservatuvarından yeni mezun olmuştum. 2020 senesi tam pandeminin en yoğun olduğu dönemdi, o yüzden evden çıkmak bile çok zorken okula gidip yaz döneminde çalışmak çok daha zor oluyordu. Sınav yaklaşırkenki stres ve sahneye çıktığımda yaşadığım heyecan inanılmaz büyüktü. Aylar süren çalışma ve hazırlanma süreci göz açıp kapatıncaya kadar geçti fakat sınav sonrası sonuçların açıklanmasını bekleme süreci bir o kadar yavaştı. Yaklaşık bir ay sonra sonuçlar açıklandığında da, ağlamaktan kendimi tutamamıştım. Orkestranın genel sürecinden bahsetmem gerekirse de, yaklaşık sekiz dokuz aylık bir sezonumuz oluyor. Her Cuma günü farklı şef, farklı solist ve farklı eserlerle konser veriyoruz. Konserler dışında bir de önceden belirlenmiş olan prova saatlerimiz mevcut. Fakat prova ve konser bittikten sonra işimiz de bitmiş olmuyor, bir müzisyenin mesaisi asla bitmemeli.
İzmir Art: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası size neler kattı?
Giz Öztaş: Öncesinde bahsettiğim gibi CSO, Türkiye’de kurulan ilk senfoni orkestrasıdır. Osmanlı döneminde kurulan küçük bir topluluk iken, Atatürk’ün isteği ile Ankara’ya taşınıp bugünkü halini alan kocaman bir aile. Çok değerli ve kıymetli bir yerde olduğum için mutluyum.
İzmir. Art: İzmirli bir sanatçısınız, eğitiminizi burada aldınız. Ve mesleğinizle burada tanıştınız. İzmir’in sanat yaşamınızdaki yeri nedir?
Giz Öztaş: İzmir sanat konusunda çok zengin bir şehir. İstediğiniz takdirde her sanat dalı ile ilgili en ayrıntılı bilgiye ulaşmanız mümkün. Hangi taşın altına bakacağımızı biliyorsak, sanat İzmir’in her köşesinde dopdolu. Aynı zamanda İzmir, sanat severlere olduğu kadar sanatçılara da büyük destek sağlayan bir şehir kesinlikle.
İzmir Art: Genç müzisyenlere ne demek istersiniz?
Giz Öztaş: Kendimden bu kadar emin olduğumu gören ailemin de büyük desteği sayesinde özgüvenim asla kırılmadı ve bu sayede yaşadığım zorluklara rağmen hep motivasyonla ilerlemeye devam ettim. Tek önemli olan gerçekten hangi yolda yürümek istediğimizin farkında olmak ve yılmamak.
Fotoğraflar Gülcan Acar ve Salim Fatih Söğüt'e aittir.