Doğa, Çağdaş Sanat ve Antroposen

Begüm Tatari'nin konuk editörlüğünü yaptığı "Çağdaş Sanatta Güncel Tartışmalar" dosyası kapsamında Buse Mutan'ın kaleme aldığı yazıda, erken dönemden günümüze doğa algılayışı ve Antroposen çağda, çağdaş sanat ve doğa ilişkisi inceleniyor

İzmir.Art 17 Ocak 2023

Doğa, Çağdaş Sanat ve Antroposen

                                                                                                                                            

Doğa, başlangıçtan günümüze insanoğlu için merak konusu olmuştur. Sadece sanatçılar değil, bilim insanları ve düşünürler de insan-doğa arasındaki ilişkiyi yüzyıllar boyunca çeşitli kategoriler altında disipline ederek araştırmış, irdelemiş ve bu konuda tezler sunmuşlardır.

İlk Çağ felsefesinde filozoflar doğa olaylarını gözlemleyerek varlığın özü ve oluş sorununu incelemişlerdir. Orta Çağ insanının başlıca ideali ise doğadan sıyrılmak ve doğayı insanlık için yalnızca bir sahne olarak almaktır. Rönesans felsefesinde bu anlayış baştan aşağı değişim göstermiş ve doğa Orta Çağ’da olduğu gibi bir dekor olmaktan çıkmıştır. Doğa, başlı başına sırlarla dolu büyük bir dünya olarak düşünülmüş ve buradan hareketle Tanrı’yla özdeşleştirilmiştir. Rönesans insanı, kendini doğadan ayrı tutmamış, onun sınırlarını sistemli bir şekilde kavramaya girişmiş, ona egemen olmaya çalışmıştır. 17. Yüzyılda ise Bacon ve Descartes’ın öncülüğünde gelişen mekanik dünya görüşüyle doğa sistematikleştirilmiştir. Aydınlanma Felsefesi içinde yer alan Kant’ın doğa görüşü, doğanın insanı biçimlendirdiği, tüm insan eylemlerinin de doğal olaylar gibi, doğanın yasalarına göre belirlendiği temeline dayanır.

Darwin, evrim teorisinde doğanın, doğal yönden türleri ayıkladığından bahseder. “Doğal Seçilim” adını verdiği teori, “uygun değişimlerin saklanması ve zararlı değişimlerin ortadan kaldırılması” fikrine dayanır. Darwin’in bu teorisi ile doğa bilimlerinde sınıflandırma yöntemi sistematikleşmeye başlar. Türlerin düzenli biçimde sınıflandırılması, yaşamın sürekli bir dönüşüm içinde olması fikri, doğa bilimleri kadar toplumu da etkiler. Artık toplumsal ve siyasi yapıda sürekli bir değişim, dönüşüm ve sınıflandırma içine girilmiştir. 

Aydınlanma Çağı’yla başlayan süreçte, bireyselciliğin, öznenin ve özgürlük fikrinin felsefe ve siyasal sistem üzerindeki etkileriyle devlet anlayışı, keşif ve buluşlar öne çıkmış, dinin toplumsal yapı üzerindeki etkisi arka plana atılmıştır. Aydınlanma Çağı’nı; Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi izlemiş, bu uzun tarihsel süreçte yaşanan yenilik ve gelişmeler modernitenin şekillenmesini ve yeni bir dönemin başlamasını sağlamıştır. 19. Yüzyılda her şeyin yenisine verilen değer anlayışıyla tüm siyasal, toplumsal ve sanatsal yapılar kendi değerlerini irdelemiş ve yeniye uyarlamışlardır.

Başlangıçtan günümüze kadar doğada varlığını sürdüren insanoğlunun doğayla ilişkisi, hayatta kalabilmek için onu kavramaya çalışmasıyla başlamıştır. Korku ve hayranlık duyarak başlayan birliktelik, doğanın kendini sürekli yenileyen ve zamana meydan okuyan hali karşısında insanın ona saygı duymasını, onun üstünlüğünü kabullenmesini beraberinde getirmiştir. Doğaya iz bırakma, onun yapısına müdahale etme isteği tarih öncesi çağlara kadar uzanır. Paleolitik Çağ insanlarının mağara resimleri ve doğadan topladıkları malzemeleri kullanarak inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ritüeller, ilk örneklerdir. 

Tarihten günümüze sanatçı için ise doğa, hem ilham hem de merak kaynağı olmuştur. Sanatçı, bulunduğu çağın gereği olarak kimi zaman ona yaklaşmış, kimi zaman uzaklaşmıştır. Ancak, soyutlamalarında bile tamamen doğadan kopamamış, izlerini yapıtlarına yansıtmıştır. 

Rönesans’la birlikte doğa bilimsel bir akılcılığın, bilimsel yaklaşımın bir uzantısı olarak sanatta yerini bulur. Doğanın keşfinin Empresyonizm’e kadar yarım kaldığını söylemek mümkündür. Empresyonist sanatçıların doğayı yansıtma çabaları, ışık, renk, hava ve an kavramlarının ön plana çıkmasıyla birlikte, gözün duyarlılığına dayanan, izlenimlerle oluşan anlatımcı bir ifade kazanır. Atölyelerini terk etmeye başlayan sanatçılar, resmi atölyeden çıkarıp doğaya taşımıştır. Doğa artık bir fon olmaktan öteye geçmiş, yeni yaklaşımlarla çözümlenmiş aynı zamanda üretim mekânı haline gelmiştir. 

Modernizm'in ortaya çıkışıyla birlikte 1900'lerin başında sanat, sanatçı, sanat yapıtı ve izleyici arasındaki ilişki değişime uğrar. Sanat yapıtı "Güzel nedir?" sorusuna cevap aramayı geride bırakmış, "sanat yapıtının ne olduğu" sorgulanmaya başlanmıştır. Teknolojik, ekonomik, sosyolojik açıdan değişmiş olan koşulların sanatta yansıması; biçim, içerik ve kullanılan-tercih edilen malzeme, sanatsal üretim süreçleri ve buna bağlı olarak yeni anlam ve form yapıları önem kazanmıştır.

Doğal dünya görüşünün terk edilişi, Sanayi Devrimi’yle hızlanmış, bu durum insanoğlunun aleyhine sonuçlanmıştır. Sürekli tüketmeyi öneren kapitalist düzen içinde kendini bulan insanoğlunun, var olabilmesi için mutlak bağımlı olduğu doğaya dönmesi, bir parçası olduğu doğayı sanatın merkezine yeniden taşıması gündeme gelmiştir.

Modern sonrası sanat yapma biçimi olarak karşımıza çıkan Çağdaş Sanat içinde de yerini bulan doğa kavramı, 20. Yüzyıl’dan günümüze uzanan yeni akım ve eğilimler içinde yer alan “çevreci hareketi” benimsemiş sanatçıların da odağındadır. 

Aynı dönemin sanatçıları doğaya dair sözlerini farklı biçimlerde dile getirdiler. Bazı sanatçılar hem üretim hem sergileme alanı olan doğaya karşı daha korumacı ve iyileştirici bir amaç güderken, bazı sanatçılar ise doğa üzerindeki tahribatlarıyla ona hükmeder konumdaydı. Robert Smithson ve Michael Heizer gibi sanatçılarla, Alan Sonfist, Mel Chin ya da Agnes Denes gibi sanatçıların işlerini yan yana koyup baktığımızda sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlamak mümkün. 

Robert Smithson, ‘Spiral Dalgakıran’, 1970, taş, toprak, tuz kristalleri, su,Büyük Tuz Gölü, Utah, ABD

 

 

Michael Heizer, ‘City/ Şehir’, 1972-2022, Garden Valley, Lincoln, Nevada

 

Alan Sonfist, ‘Time Landscape / Zaman Manzarası’, 1978, New York 

 

Mel Chin, ‘Toprak Diriltme Projesi’, 1993, Minnesota

 

Agnes Denes, Yaşayan Piramit, 2022, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul

 

Başlangıçtan günümüze sanatın hiçbir zaman yaşamdan ve kültürden ayrılamaz olduğunu, tüm sosyo-kültürel değişimlerin sanata yansıdığını görmekteyiz. İçinde yaşadığımız çağ hız ve tüketim çağıdır ve bunun getirisi olarak doğadaki tahribat buna paralel ilerlemektedir. Bu durum artık çevre sorunları, içme suyu kaynaklarının azalması, kuraklık, küresel ısınma, dünyadaki biyo-çeşitliliğin yok olması gibi çok boyutlu hale gelmiştir.

Antroposen (İnsan Çağı), Dünya'nın en son jeolojik zaman periyoduna verilen addır. Dünyanın içyapısının yanı sıra atmosferik, jeolojik, hidrolojik, biyosferik doğal çevre ve süreçlerinin insanlar tarafından geri dönülemez biçimde değiştirildiğine dair küresel kanıtlara dayanarak insan etkisinde yeni bir jeolojik çağa geçişi tanımlayan kavramdır. 

İnsanın doğa üzerindeki tahribatını tanımlayan çağ olan Antroposen’in ya da küresel ısınma, ekoloji, çevre sorunları ve sürdürülebilirlik gibi tanım ve kavramların her mecrada tartışılıp konu olduğuna şahidiz. 

Örneğin, Adrián Villar Rojas’ın 14. İstanbul Bienali’nde sergilenen ‘Annelerin En Güzeli’ adlı eseri, izleyiciyi doğadaki tahribatın sonuçlarını düşünmeye davet eder. Arjantinli sanatçının, kendi topraklarını ve yaşama haklarını aramak için denizden bir çıkartma yapıyor gibi duran devasa hayvan heykelleri, denizden toplanan atıklar ve ağları sırtlarında taşır. 

Adrián Villar Rojas, Annelerin En Güzeli, 2015, 14. İstanbul Bienali ‘TUZLU SU’, Büyük Ada, İstanbul

 

İstanbul Modern’de 2016 yılında doğa ve sürdürülebilirlik üzerine düzenlenen ‘Yok Olmadan’ isimli sergide, Yoko Ono’nun ‘Ex It’ adlı eserinde, galeri mekânına yerleştirilmiş kuş seslerinin eşlik ettiği, 50 adet tabutun kapaklarında bulunan pencerelerden dışarıya uzanan zeytin fidanları görülür. Doğal felaket ya da savaş sonrası toplu mezarları andıran tabutlar, doğanın yok oluşunu izleyicinin aklına kazır. 

Yoko Ono, ‘Ex It’, ahşap tabut, zeytin ağacı ve ses değişebilir ölçülerde, İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu 

 

Çağdaş sanat içinde sayısız örneğini görebileceğimiz doğaya yöneliş, doğa bağlamında üretilen sanatsal pratiklerin önce galerilerin dışına taştıktan sonra tekrar galerilere döndüğü ve mevcut sanat dinamiklerine teslim olduğu bir hal mi aldı? 

Doğa, ekoloji ve sürdürülebilirlik. Gün geçmiyor ki bu kavramlara dair sanatçı söylemi, sanat yapıtı, sanatsal etkinlik karşımıza çıkmasın. 

Benim aklıma gelen soruysa, her şeyin ‘tanımlandığı’ bu çağda, çok tekrar eden bu kavramların içinin boşaltılıp boşaltılmadığı. Doğa ve ekolojiden bahsetmek yoksa bir moda mı bazıları için? Bir paravan mı? Yoksa gerçekten 1969’dan beri güçlü söylemini günümüze taşıyan, “Gelecek henüz el değmemiş ve kırılgan, ona itinayla yaklaşın” diyen Agnes Denes kadar samimiyet içeriyor mu hepsi? Denes’in çağdaşları arasındaki sanatçıların 1960’larda iş makineleriyle geniş arazilerde oluşturdukları enstalasyon temelli arazi sanatı projeleriyle ekosisteme olan zararları o günlerde de tartışılıyordu. Bugün ise sanatçı yaklaşımlarındaki farklılıkların tartışılması bir yana, Antroposen çağda ekolojik tahribat ve iklim krizi konularını odağına alan bir bienalin bile sponsorları arasında fosil yakıt şirketleri olabiliyor. Bazı çelişkiler, insanoğlu kendine hızını kesmeden tüketecek yeni bir mecra mı buldu sorusunu sorduracak kadar dikkat çekici ve ürkütücü.  

 Buse Mutan

Referanslar:

ELLIS, Erle (2013). Dünya Ansiklopedisi, ‘Antroposen’, erişim 6 Ocak 2023, https://www.anthropocene.info/>.

GÖKBERK, Macit (2002). Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi.

KOZLU, Düriye (2018). Sanatta Bir Dönüşüm Alanı: Doğa, Eskişehir: Dorlion Yayınları.

MUTAN, Buse (2022). “Doğa Sanatında Geçicilik Olgusu ve Bir Sergi”, Yüksek Lisans Tezi, dan. Prof. Sevgi Avcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Heykel Anasanat Dalı, İzmir.

Buse Mutan

Fotoğraf: İlyas Hayta

 

İzmir’de doğdu, aynı şehirde yaşıyor ve üretiyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde Heykel Ana sanat Dalı Yüksek Lisans eğitimini 2022 yılında, “Doğa Sanatı’nda Geçicilik Olgusu ve Bir Sergi” başlıklı tez çalışmasıyla tamamladı. “Geçicilik” başlıklı ilk kişisel sergisini aynı yıl gerçekleştirdi. Doğa Sanatı uygulamalarında, doğal çevreyi ve sunduklarını kullanıp, yapısına müdahalede bulunarak oluşturduğu değişimle, doğal olanın özüne dair temel unsuru sorgulamaktadır. Doğada bulunan taş, toprak, yosun, yaprak gibi her türlü malzemeden yola çıkarak, soyut biçimlerde heykeller, enstalasyonlar oluşturur. Kendi sınırları olmayan doğada, ardında çok az iz bırakarak ürettiği yerleştirmelerinde doğayla diyaloga geçer. Mekâna özgü yerleştirmeleri için galeri mekânı dışında seçtiği alanlarda, o mekânın belleği ve sunduklarıyla üretim sürecini başlatır. Form, mekân ve zaman kavramları üzerinde düşünerek araştırmalarını sürdürür. İzmir, Kapadokya, Ankara, Gaziantep, Aydın, İstanbul, Güney Kore ve Bulgaristan’da düzenlenen pek çok ulusal/ uluslararası karma sergi, sempozyum ve çalıştaya katılmıştır. Güney Kore’de bulunan Doğa Sanatçıları Derneği’nin (YATOO) 2019'dan beri üyesidir. 2015-2020 yıllarında Patika Sanat Grubu’nun üyelerinden biri olarak çalışmalar yürütmüştür.

 

   

Fotoğraflar
Videolar