Ece Keskiner ile sıra dışı bir yoluculuk ''Yaşamın Dokusunda: Mekan Ve Detaylar''
Sanatçı Ece Keskiner’in ilk sergisi ‘‘Yaşamın Dokusunda: Mekan ve Detaylar’’ Galeri A’da izleyici ile buluştu. Çalışmalarında iç mimarlık birikimini kendine özgün tarzıyla birleştiren sanatçıyla sergiyi ve resim sanatını konuştuk.
Çalışmalarının çağdaş minyatür ve illüstrasyon sanatı arasında bir çizgide olduğunu belirten Keskiner’in eserleri dış mekan üzerine odaklanmış eserlerden oluşuyor. Beyaz zemin üzerine siyah mimari kalemleriyle çizilmiş her bir birim bütünün oluşmasında dengeli bir dağılıma sahip. Biçimsel ve içeriksel olarak tüm estetik unsurları kendinde bulunduran eserler, Galeri A’da 29 Eylül tarihine kadar ziyarete açık olacak.
İzmir Art: ‘‘Yaşamın Dokusunda: Mekan ve Detaylar’’ ilk serginizi gerçekleştirdiniz. Çalışmalarınızı çağdaş minyatür ve illüstrasyon arasında bir çizgide görüyorsunuz. Peki, resim sanatı sizin için ne ifade ediyor?
Ece Keskiner: Resim, çocukluğumdan bu tarafa hep hayatımdaydı. Ancak uzun bir süre ara verdiğim bir dönem de oldu. Japonya’da düzenlenen bir resim yarışmasında, 8 yaşımdayken birincilik elde etmiştim. Bu yarışma benim için biraz daha ‘‘kendimi keşfetme’’ süreciydi. İlerleyen yıllarla birlikte ise lise eğitimim sırasında aldığım resim dersleri sanata olan ilgimi arttırdı. Üniversite eğitimimi Barcelona’da gerçekleştirdim. Yetenek sınavı ile giriş yaptığım İç mimarlık bölümünde okurken aynı zamanda modaya ve endüstriyel tasarıma ilişkin dersler aldım. Üniversite eğitimimin ardından iş hayatına başladım. Sergide yer alan Ağaç isimli çalışmayı resmettikten sonra iş/ofis hayatımı geride bırakıp, resim sanatına tekrar yöneldim. Aldığım eğitimler doğrultusunda ‘‘yaşam alanları üzerine olan’’ bir sergi düşünmeye başladım. Eserlerimi oluşturmaya başladığım anlarda, yaşama dair evleri, ağaçları ve insanlara ilişkin şeyleri daha farklı gözlemlediğimi fark ettim. Bunlar aslında benim için bir bütündü. O yüzden her eserde siz onları birer detay olarak göreceksiniz. Onlar yaşamın birleştiren, yani yaşamın dokusunu birleştiren ve o mekânı yaratan detaylar benim için.
İzmir Art: Sergi projesi nasıl başladı? Çalışmalarınızı ‘‘yaşam’’ ve ‘‘mekân’’ özelinde ele alabilir miyiz?
Ece Keskiner: ‘‘Yaşamın Dokusunda: Mekan ve Detaylar’’ sergisi, uzun süreli bir çalışmanın sonunda ortaya çıktı. Çalışmalarımı yaklaşık bir yılda tamamladım. Serginin ana teması yaşam üzerine olmakla birlikte, mekânların değişimine göre insanların, yaşam unsurlarının aldığı şekillerden oluşuyor. Yaşamdaki unsurların mekânlar üzerindeki etkisi de diyebiliriz.
İzmir Art: Zaman ve mekân aslında birbiriyle çok ilişkili iki kavram. Serginizde bu kavramların bir bütüne dâhil olduğunu görüyoruz. Bu durumu nasıl ele aldınız?
Ece Keskiner: Evet, bir bütüne dâhil oluyor. Her biri kendi içinde ayrı ayrı bir şeyi temsil ediyor da diyebilirim. Hepsi ayrı bir mekân, hepsi ayrı bir kare. Kimi bağlantılı kareler de görebilirsiniz. Ama hepsi aslında o mekân algısı üzerinden yaşamın dokusuna bir bakış... İnsanların o formlar içinde nasıl değiştiği aslında burada üzerinde durmak istediğim. Ağaçların ya da evlerin azalıp artmasına göre mekânın nasıl şekillendiği ile ilişkili. Tam tersi de olabilir. Ağaçların çoğunlukta olduğu bir mekânın bizim yaşamımızı nasıl şekillendirdiği ile bağlantılı bir durum. Örneğin bir yere giderken geçtiğimiz sokaklar, mekânlar geliş sürecimizi etkiliyor ve bir şekilde yaşantımızda rol oynuyor. Ben de bunu yansıtmaya çalışıyorum. Genel olarak benim bu sergiye başlama ve ilerleme kararımda etkili olan şey bu mekânsal formların değişiminin insanları, diğer yaşam unsurlarını nasıl şekillendirdiğini işlemekti. Bu durumu ele alırken biraz formlarla oynamayı tercih ettim. Bazen geometrik ve dairesel formlar kullandığım çalışmalarım da oldu. Ya da direkt bir dikdörtgen içine yerleştirdiğim yaşam alanı da oldu.
Ece Keskiner 28 eserden oluşan ‘‘Yaşamın Dokusunda: Mekan Ve Detaylar’’ sergisinde bir iç mimar olarak eserlerinde dış mekan alanlarını resmetmiş. Dışarıdan bir bakış ile yaşam formlarına ve mekânlara odaklanan sanatçı iç mimar olarak neden dış mekân çalıştığını ise böyle ifade ediyor:
‘‘İç mimar olarak dış mekân çalışmayı tercih etme sürecim biraz kendiliğinden gelişen bir durum oldu. Ağaç isimli resmimi yapmaya karar vermeden önce uzun zamandır resim yapmamıştım. Bu noktada bir hocamın önemli bir etkisi oldu. Bir resim göstermişti bana ve o resimde sadece evler vardı; sıkışık evler. İç mimar aslında bir tasarımcıdır. Mimar da aynı zamanda bir tasarımcıdır. Bir şehir plancısı da bir tasarımcıdır. Ben şuna inanıyorum İç mimar oluşunuz ya da mimar oluşunuzdan ziyade, sizin artık orada bir tasarımcı rolünüz de var. Bu tasarımcı rolünüz sizin dışınızdaki birçok insanı da etkiliyor. Dolayısıyla en iyi şekilde nasıl hizmet verilir denildiğin zaman İç mimari kadar aslında dış mimari, dış peyzaj, şehirler de çok önemli. Çünkü dışarıya verdiğimiz önem aynı zamanda içeriye verdiğimiz önemle de ilişkili. Yani dışarısı kötü olsun dediğinizde içeriye önem vermek biraz zor olur. Ama siz dışarıya da önem verirseniz böylelikle içeriye de önem vermiş olursunuz. İçeriye önem vermek sadece mekânsal olarak da değil. Bu sizin kendinize verdiğiniz önem de olabilir. Sonuçta bir yere özenirsen orada özenli kişiler olur.’’
Çalışmalarında almış olduğu iç mimari eğitiminden gelen teknik alışkanlıkları kullanan Ece Keskiner mesleğinin tarzını etkilediğini ve genellikle mimari çizimlerde kullanılan farklı uçlardaki kalemler ile çalıştığını ekledi.
İzmir Art: Kimi zaman sanatçılar birbirlerinden beslenirler. Sanat akımları ise sanatçıyı ve sanatını etkileyen önemli bir unsurdur. Sizi etkileyen sanatçılar ve akımlar var mı?
Ece Keskiner: Aslında çok fazla var. Ben biraz şunu seviyorum. Bakmayı, araştırmayı ama biraz da kendi içime kapanmayı. Çünkü o zaman özgün olabilirmişim gibi geliyor. Ama tabii ki de usta sanatçılardan çok fazla sevdiklerim var. Sergiyi gezdiklerinde herkesin bulduğu şey bambaşka oluyor. Devrim Erbil'e benzeten oldu. Ama belki şehir çalıştığım içindir. Piri Reis haritalarına benzetenler oldu. Sanırım ben kültürden besleniyorum. Bu durum beni, düşüncelerimi ve duygularımı geliştiriyor.
İzmir Art: Sanatın toplumsal kültürel etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Eserleriniz sizce bu etkileşimi nasıl yansıtıyor?
Ece Keskiner: Zaten bence doğrudan bunu yansıtıyor. Eminim bir tarihçi ya da bir sosyolog ya da bir sanat tarihçisi ya da bir başka biri resimlerden bambaşka şeyler çıkartabilir. Daha önce de demiştim galiba, o biraz birikimle alakalı bir şey. Biz iç mimari eğitimi aldık ancak bunun içinde şehirle de alakalı bir şeyler öğreniyorsunuz. Benim şansım biraz Gaudi oldu sanırım. Gaudi çok meşhur bir mimar ama sadece o yarattığı mimarinin dışında şehir planlamalarına da çok büyük katkılarda bulunmuş. Mozaikler tasarlanmış, sokakta insanlar üşümesin diye sobalı lambalar tasarlanmış. Aslında gerçekten bir sınır yok. Birazcık o çevreyle olan bağı kurabilmek galiba mesele. O insanları eğer hala bugün anıyorsak bu nedenlerle anıyoruz. Çünkü gerçekten de birilerine dokunabilmişler. Yani hayatta birilerinin yaşamına dokunmuş her sanat benim için kıymetli.
İzmir Art: Sergiyi açarak şimdiye kadar ulaşamadığınız bir kitleye ulaştınız. Her gün onlarca insan gelip eserlerinizle karşılaşıyor, buluşuyor. Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz, sergi izleyenler üzerinde ne gibi etkiler bırakıyor, gözlemleyebilme şansınız oluyor mu?
Ece Keskiner: Evet, oluyor. Çok farklı yorumlar var. Mesela İzmir'e benzetenler oluyor. Bazıları, burası İzmir mi diyorlar, hayır diyorum. Ama biraz farklı mimariler de kullandım. Bazılarında Rusya mimarisinden bir şeyler var. Bunu yakalayanlar oluyor. Aslında mimari ve kültür o kadar iç içe ki neyi, nasıl tasarladığımıza göre insanlar aslında düşünsel olarak şekil alıyor. Bugün bir balkonlu evde oturan biriyle camsız evde oturan birinin hayatı kıyaslanamaz. Dolayısıyla neyi nasıl tasarladığımız, insanlara neyi nasıl verdiğimiz bütün hayat dengesini değiştiriyor. Başka yorumlar da aldığım oldu. Çizimlerimi Mandala’ya benzeterler de oldu ya da Kırılma isimli bir çalışmam var kimilerine Perception filmini anımsattığı da oldu. Piri Reis benzetmesini söylemiştim. Küçük Prens'teki gezegenlere benzetenler olmuştu. Bunlar gibi çeşitli benzetmeler oluyor. Aslında ilgi alanı ve nasıl o bağlantıyı kurduğunuzla ilgili bir durum bu. Ben bir şey düşünerek yapmışımdır ama siz benim düşünmediğim bir şeyi düşünmüşsünüzdür. Aslında işte sanattaki zenginlik de biraz bu gibi durumlarda görünür oluyor. Ama en güzeli, herkesin farklı bir şey buluyor olması. Benim için gerçekten çok kıymetli. Farklı kişilerin aynı resme bakıp farklı şekillerde yorumlaması gerçekten çok güzel ve çok zevkli.