Gerçekliğin Bir Geri Dönüşümü Olarak Ekosinema

Emre Can Acar tarafından kaleme alınan yazıda, sinema ve ekoloji ilişkisi "Antroposen" kavramı üzerinden ele alınmıştır. Bu bağlamda "Blade Runner 2049" ve "Interstellar" filmlerinin incelemesine yer verilmiştir.

Emre Can Acar 22 Kasım 2022

Gerçekliğin Bir Geri Dönüşümü Olarak Ekosinema

Gerçekliği yeniden kurgulayan sinema bir nevi geri dönüşüm yapar. Geri dönüşüm malzemesi ise yaratıldığı gerçeklikten gelir. 

Sinemanın kurgusal düzlemde yeniden yaratım süreci  bize çevre ile ilgili ipuçları verir. Çünkü sinemanın düzlemi dünyadır, kamera çevremizi çeker, biz aslında ekrandaki görsellerde yaşarız.  Tıpkı çevreye olan ekolojik bilinç gibi, kurgusal sinema üzerinden çıkarılacak sonuçlarla da, izleyici ekolojik bir bakış açısı kazanabilir. Bu konuda ele alabileceğimiz en önemli kavramlardan biri de şüphesiz Antroposen’dir. “İnsan çağı” da denilen, insanın gezegene ekolojik etkisini tanımlayan Antroposen kısaca; insanoğlunun Dünya'ya olan etkisinin en üst düzeylere çıktığı sanayi devriminden bugüne olan süreci ve devam edecek bu duruma verilen isimdir.  Bu yüzdendir ki sinema hem bulunduğu ve geliştiği çağ itibariyle, hem de görsel bir medyum olarak bunun izini sürecek ve geri dönüştürerek kitlelere aktaracak en önemli araçtır. 

Sinemanın ekolojik boyutunu belgesel ve kurgusal olarak iki yansımada görürüz. Belgesel kısmı realiteyi olduğu gibi ele alarak alanımızdan çıkar.  Zira her şey ortadadır. Kurgu ise realitenin başka bir boyutunu yansıtır. Gerçekliği çevirir ve büzer, yok olmuş bir çevreyi iyileşmiş, iyi olanı ise bozulmuş gösterebilir. Yapay yağmurlar, güneşler, felaketler ya da cennet bahçeleri ekolojiyi sinema düzleminde eğip bükebilir. İşte bu noktada da iyi ya da kötü yansıtılan bir çevre fark etmeksizin Antroposen’in estetiği oluşturulur.  Bu estetik ile bahsetmek istediğimiz “kıyamet, gök taşı, uzaylı istilası vs” gibi klişeleşmiş hollywood “felaket” filmleri değildir. Zira bu tarz filmler izleyicinin yumuşak karnına dokunarak bir tür korku-rahatlama seansı eşliğinde stres atma araçlarından öteye gidemez.  Bu yüzden bir filmin konusu ekoloji üzerine olmasa bile, yakalayacağımız ufak nüanslar bizlere ekolojinin geri dönüşümü  üzerine ipuçları verebilir.

 Kapitalist Meta Olarak Ekoloji

Kısaca ele alacağımız ilk film Blade Runner 2049’dur. 1982 yapımı ilk Blade Runner filminin devamı olan film, cyberpunk temalı bir polisiyedir. Tematik olarak cyberpunk distopik, doğanın teknoloji karşısında yok olduğu, kapitalizmin en uç noktasında yaşandığı, toplulukları şirketlerin yönettiği, insanın mekanikleştiği bir evren üzerine kuruludur.  Blade Runner 2049’da tematik olarak ekolojinin tükendiği bir noktada yer alır. Bu açıdan bozulanı ya da bozulmuş olanı ele almaktan çok, kaybedilen şeyin değeri üzerinden bir okuma yapabiliriz. Hikayesinden kısaca bahsedersek, Blade Runner’ların işi kaçak replicanları yakalamaktır. Ana karakterimiz de bir Blade Runner olan ajan “K” cevabını bulmak istediği soruların peşinde kendini eski bir blade runner olan Rick Deckard’ı ararken bulur. Filmin ışık ve renk kompozisyonu doğanın tam zıddını yaratacak bir şekilde kurulmuştur. Parlak neon ışıklar, sisli gri boğucu atmosfer, bize doğanın burada yeri olmadığını gösterir. Bu yüzdendir ki doğa başroldedir. Yokluğuyla kendini hissettirerek izleyiciyi huzursuz eder ve kendisini hatırlatır. Film içinde de bu böyledir. Doğada yetişen bir şey artık zenginlik göstergesi olmuş ve toplum içerisinde kapitalist bir metaya dönüşmüştür. Hikayenin bir bölümünde, Ajan K bulduğu oyuncak tahta at üzerinden bir ipucu yakalamıştır. Tahta atı götürdüğü kişiler ise tahtayı tıpkı bir elmas gibi karşılar. Doğada yetişen bir şeyler zenginliğin bir göstergesi olarak kabul görmüştür. Bu durumu irdeleyen diğer bir kısım da, filmin kötü karakteri diyebileceğimiz, sonsuz güç ve zenginliğe sahip Niander Wallace’ın yaşam alanının ahşaplarla döşeli olmasıdır. Bu onun gücünü ve zenginliğini gösterir niteliktedir. Doğa bir güç ve zenginlik simgesi olmuştur, ancak bu içi boş, sadece gösteriş üzerine kurulu bir zenginliktir. Toplum doğanın arka planını umursamaz, onu yeniden yaşatma gibi bir dertleri yoktur. İçi boşaltılmış, bağlamından kopartılmış doğa imgesi hiç olmadığı kadar güçlü bir biçimde izleyiciye yansır.

 

bladerunner

 

 

Her Şey İçin Geç mi? Optimist Distopya

Sinemada, özellikle blockbuster hollywood yapımlarında, söz konusu ekoloji olunca genelde pesimist bir hava hakim olur. Geç kalınmışlık, artık çok geç vurgusu karşımıza çıkar. Bu tarz filmlerde amaç ekolojiden çok, bir tür korku ve karamsarlık hissi yaratarak, sonra gelecek katarsis anında rahatlamayı güçlendirmektir. Nitekim, blockbuster olarak adlandırabileceğimiz ancak bunun dışına çıkan yegane bir yapım vardır. 2014 yapımı, Cristopher Nolan’ın Interstellar filmi ekolojiyi zaman düzlemine taşıyarak bu sorunu aşmaya çalışır. Filmin hikayesi, ekolojik olarak ölmekte olan Dünya’nın yerine başka bir gezegen arayışına çıkan Cooper’ın hikayesini anlatır. Her ne kadar ana ekolojik yok oluş film içerisinde başrol oynasa ve filmin temel dayanağı olsa da, buradaki bir başka ekolojik okuma “zaman” üzerinden olur. Hikayede Cooper’ın ana çatışması salt bir ekolojiden çok, kızı Murph ile olan ilişkisi üzerine olur. Kendi ailesini, özellikle kızı Murpy’i geride bırakmak ve ekolojinin yıkımı üzerine olan çatışması, ekoloji olmadan kendi ailesinin de olmayacağını anlamasıyla son bulur. Bu sona erişin karşısındaki tek engel ise zaman’dır. Bu yüzden zaman, antroposen çağının en önemli kavramı olur.  Bireysel olarak yaşadığımız zaman bizi ilgilendirmeyebilir, belki bizler ekolojiyi umursamayacak kadar kısa yaşayan canlılar olabiliriz. Gözden kaçırdığımız nokta ise zamanın göreceliğidir. Filmdeki zaman da göreceli işlenir, hatta tamamen bunun üzerine kuruludur. Cooper’ın kızına vedasında ona bir saat verir. Zira ne zaman döneceği belli değildir, ancak bu saat, dünyanın kalan ekolojik zamanını, insan düzlemine oturtur. Kurulan bu bağlam, filmin anlatımını hem hikayesel düzlemde, hem de çağın antropesen düzleminde önemlidir.  İnsan yaşamı, ekolojik yaşam karşısında kısadır, ancak etkisi bu kısa dilime rağmen yoğundur. Film bize bu bakış açısıyla şunu söyler; insan kısa yaşamına rağmen yoğun etkisiyle kısa zamanda çok şey değiştirebilir.  Filmin ilerleyen sahnelerinde zaman unsuru hem sinematografi düzleminde, hem ses düzleminde, hem de hikaye düzleminde verilmeye devam eder. Filmin ilerleyen kısımlarında kara delik Gargantua’nın çekimi içerisinde yer alan su gezegeni sekansını görürüz. Bu su gezegeninde bir saat yedi dünya yılı olarak geçer. Film “zaman” kavramını tıpkı tükenmekte olan yakıt gibi ele almaya başlar. Cooper’ın hızlı hareket etmesi, gezegene indikleri andan itibaren arka planda çalan, bir saatin geri sayım sesini andıran müzik ve her şeyi silip süpüren dev dalgalar zamanı uç noktasına kadar hissettirir. Çıkarılacak mesaj basittir; eğer bize verilen zamanı sürdürülebilirliğe ve ekolojiye uygun bir şekilde kullanmazsak, giderek büyüyen dalgalar gibi kıyamet bizi silip süpürecektir. O yüzden zaman, harcanması değerli bir yakıttır. İlerleyen sahnelerde buz gezegenine gelişi ve orada Cooper’ın Dr. Mann ile karşılaşmasını görürüz. Dr. Mann bu buz gezegeninde tıpkı kış uykusuna yatmış bir kutup ayısı gibi yatar vaziyettedir. Cooper ve Brand onu uyandırdıklarında, tahmin edemedikleri şey tıpkı aç uyanan bir kutup ayısı gibi, Dr.Mann’ın da hayatta kalmak için her şeyi yapabileceğidir. Filmin bu sekansı, bir dönem medyaya etki etmiş ve ekolojik çalışmaları güçlendirmiş bir figürü akla getirir. Bu figür kendi yavrusunu yiyen kutup ayısıdır. Dr. Mann için zaman buz gezegeninde yavaş geçmiş, hayatta kalmak için de her şeyi göze almıştır. Dr. Mann’ın sahte raporları, tıpkı manipüle edilen medya gibi, filmin kahramanlarını manipüle ederek, zaman kaybetmelerini sağlamıştır.  Filmin sonuna doğru yaklaştığımızda, her için geç olduğu fikri yerini, zamanın kurtarıcılığına bırakır. Karadeliğe giren Cooper’ın kendi geçmişine müdahale etmesi, kızına kilit bilgileri, yine kızına verdiği saat üzerinden yapması önemlidir. Ekolojik kurtuluşun anahtarı zamandır, ancak bu zamanı iyi ya da kötü kullanmak yine bizim elimizdedir. 

 

interstellar

 

Burada bir dönem konuşulmuş büyük yapımlar üzerinden, gerçek hayatın geri dönüşümü üzerine izler aradık. Yine ele aldığımız filmlerin dışında, Gravity (2013), Beasts of the Southern Wild (2012) gibi yapımlarda da güçlü antroposen estetiğini okuyabiliriz. Sonuç olarak antroposen kavramı, er ya da geç hayatımıza girecektir. Bu kavramın izini sürebileceğimiz en iyi araç da sinemadır.

 

Yararlanılan Kaynaklar

 

Adrian J. Ivakhiv, Ecologies of the Moving Image

 

Dr. Toby Nielsen, Imagining the Anthropocene

 

Jennifer Fay, Inhospitable World: Cinema in the Time of the Anthropocene.

 

Emre Can Acar

Fotoğraflar
Videolar