Haftanın Dinleme Listesi - 20

Phil Collins & Genesis - Favoriler

Bora Yücel 5 Aralık 2022

Haftanın Dinleme Listesi - 20

Phil Collins & Genesis – Favoriler


 

İzmir.Art'tan selamlar.

Bu haftanın dinleme listesinde, tüm zamanların en çok satan sanatçılarından biri bizlerle. Phil Collins, kariyeri boyunca toplamda 150 milyonun üzerinde albüm satmayı başarmış, klasikleşmiş bir isim. Davulcu olarak müzik alemine giriş yapan Collins; daha sonra vokalist, piyanist, multi-enstrümantalist, söz yazarı ve prodüktör gibi sıfatları da kazandı. Başarılı prodüksiyonlar, kitlelere hitap eden parçalar ve iyi bir pazarlama sayesinde zaman içinde herkes tarafından bilinen müzik figürlerinden biri oldu.

Herkesin hayatının bir noktasında en az bir parçasını duyduğu, adını bilmeden bile olsa en az bir kez dinlediği müzisyenler vardır. (İki hafta önce listesini yaptığımız Gorillaz örneğinde olduğu gibi.) Bu müzisyenler doğru yerde doğru zamanda bulunarak, inkâr edilemez bir görünürlük kazanmışlardır. Bazı isimleri sevmek zorunda değiliz ancak yok saymamız da mümkün olamaz. Phil Collins de böyle bir karakter sanırım.

Aynı anda hem çok sevilen, hem de bazı dinleyici kitleleri tarafından yerin dibine sokulan Phil Collins, Genesis grubuyla yola çıktı ve sonrasında 80'ler ve 90'lar boyunca tam bir hit şarkı makinesi olarak solo kariyerini sürdürdü. Başarısı rakamlarla ve tonlarca ödülle ortaya koyulmuş olsa da, bu müzisyenden hoşlanmayan kitleler mevcut. Burada çok büyük bir nefretten söz etmiyoruz ancak Phil Collins'i yermek, bazı dinleyiciler arasında bir çeşit gelenek gibi. Bu durum bana çok garip gelse de, sebeplerini biraz araştırdım ve sizlere kısaca bahsedeceğim. Sevenlerin neden sevdiği belli, adamın harika parçaları var. Peki Phil Collins sevmeyenlerin derdi nedir? Üç başlık altında inceleyelim.

 

1) “Eski Genesis'i isteriz!”

1967'de kurulan progresif rock grubu Genesis, bu türün öncülerinden sayılıyor. Genesis, popülist sound'lardan uzak durarak kendi imzası olan bir tarz belirliyor ve kısa süre içinde kült bir dinleyici kitlesine sahip oluyor. Vokalleri ve liderliği Peter Gabriel'in üstlendiği gruba, Anthony Phillips'in ayrılmasının ardından Phil Collins davulcu olarak katılıyor. Bu süreç grubun 1971'de çıkan Nursery Cryme albümüne denk geliyor.

The Lamb Lies Down on Broadway (1974) albümünden ve albüm çerçevesinde düzenlenen turnelerden sonra ünlü vokalist Peter Gabriel gruptan ayrılıyor. Bir süre boyunca grup yeni şarkıcısını arıyor ancak potansiyel adaylarla tatmin edici bir sonuca ulaşamıyorlar. Böylece davulcu Phil Collins “Vokallere ben geçiyorum o zaman!” diyor. Bu noktada bir yol ayrımı söz konusu oluyor.

Peter Gabriel'in liderliği döneminde parçalarında sanatsal ve deneysel yaklaşımlara fazlaca yer veren grup, Collins öncülüğünde daha basit yapılı aranjelere ve geniş kitlelere hitap etme ihtimali daha yüksek olan tarzlara geçiş yapıyor. Grubun kült hayran kitlesi severek dinledikleri Genesis'in, progresif türünden uzaklaşarak göstere göstere bir pop grubuna dönüşmesinden hiç hoşlanmıyor. Grubun ilk dönemlerine hayranlık duyanlar “Phil Collins Genesis'i batırdı!” söylemini ortaya çıkarıyorlar. İşte Collins'in eleştirilmesindeki sebeplerden bir tanesi bu. Bazı kesimler tarafından grubun ruhunu bozmakla suçlanıyor.

Bu, zevklerin tartışıldığı göreceli bir konu. Ancak bir yandan şunu bilmekte fayda var; Genesis'in tarz değişikliğinden hoşlanmayan kült hayran kitlesinin yanında, bu yeni tarz sayesinde grubu sevmeye başlayan geniş kitleler de ortaya çıkıyor. Sonuç olarak Phil Collins liderliğindeki Genesis, Peter Gabriel döneminde hayal bile edilemeyen satış rakamlarına ulaşıyor ve çok daha fazla görünürlük kazanıyor. (Benim favori Genesis şarkılarım da tartışmasız şekilde Collins döneminde üretilen parçalar ve dinleme listesinde bu dönemden parçalara yer verdim. Fakat progresif rock türünü sevenlere mutlaka erken dönem Genesis albümlerine bir göz atmalarını tavsiye ederim.)

 

2) Aşırı Pop!

Collins'in yerilmesinin bir diğer sebebi, özellikle belirli bir dönem boyunca her taşın altından çıkması ve bir 80'ler klişesine dönüşmesi. Birçok müzikseverin gözünde bir müzikal dahi olarak kabul edilse de, onun müziklerini fazla basit ve popülist bulan insanlar mevcut. Bazıları, sanatçının yaratıcılık potansiyelini ve çok daha uçuk işler yapabileceğini bildikleri için onu basite kaçmakla suçluyorlar.

Bunun yanında Phil Collins parçalarının özellikle 80'ler ve 90'ların tamamı boyunca her mekanda her saniye çalınmasından, vaktiyle yoğun şekilde yapılmış tanıtım çalışmaları sonucu adamın her yerde sürekli herkesin gözüne sokulmasından, bir dönemi temsil ederken olayın klişeleşme noktasına varmasından, MTV'de her saniye kliplerini görmekten “şişmiş” olanlar var. Sanatçının aşırı görünürlüğü, özellikle belirli bir döneme şahit olanlar için rahatsız edici itici bir noktaya gelmiş. Bir çeşit “yüzünü eskitme” durumu sanırım.

Bu tür eleştirileri şahsen biraz saçma buluyorum. Birini pop yapıyor ve çok iyi yapıyor diye yermek epey saçma. MTV sürekli Phil Collins klipleri döndürüyor diye kızmak yersiz. MTV'nin bütün olayı sanki bu değilmiş gibi... Belirli bir dönem için konuşuyorum tabi. Amerikalıların şu lafı aklıma geliyor, “Don't hate the player, hate the game.” (“Oynayana değil, oyuna öfkelen.” gibi bir anlamda.)

 

3) Karakter Meselesi

Dinleyicilerin bir kısmı ise Collins'in özel hayatında ve medyada sergilediği bazı tavırlar sebebiyle ondan soğudular. Ukala, züppe, cimri ve küstah gibi sıfatların sanatçıya yapıştırılmasına yol açan olayların bazıları şöyle:

-Phil Collins'in ikinci eşinden boşanma isteğini bir fax mesajı göndermek yoluyla kaçamak şekilde açıklaması. (İronik şekilde, ilerleyen zamanlarda üçüncü eşi de Collins'ten bir SMS yoluyla ayrılıyor.)

-120 milyon euro'luk servetine rağmen, yüksek bulduğu vergiler nedeniyle İngiltere'den İsviçre'ye taşınması ve bunu yaparken o sıralar beş yaşında olan kızını geride bırakması.

-1984 yapımı ”Against All Odds” adlı film için yaptığı müzik Oscar ödülünü ona kazandırdığında, ödülü takdir etmek yerine, sahnede kendisinden bu şarkıyı canlı çalmasına dair bir talep gelmeyişine şaşırması ve bu konu üzerine sinirli bir üslupla gereksiz çıkışlar yapması.

-Paul McCartney, Jimmy Page ve Gallagher Kardeşler (Oasis) ile sürdürdüğü, magazin malzemesine dönüşen atışmalar.

-Collins'in ”Serious Hits... Live!” isimli albümünde arkasında çalan iki müzisyenin, albümde sadece beş parçada çalmalarına rağmen yapılan teknik bir hata sebebiyle on beş şarkının tamamı için telif hakkı almaları sonucunda, bu müzisyenlere dava açılması. Bu olayda sanatçı sertçe eleştirilmiş olsa da, yasalar bu davayı açma hakkı olduğunu söylüyor. Yine de Collins'in “cimri” sıfatına bir puan daha eklenmiş bu olaydan sonra.

İşte sanatçının bazı çevreler tarafından pek onaylanmayışının sebepleri bu tarz durumlar. Yıllar sonra 2010'da verdiği bir röportajda “Züppe ve ukala tavırlarının aslında içindeki özgüven eksikliğini bastırmak amacıyla istemsizce ortaya çıktığını ve eski videolarını izlediğinde bu tavırlardan utandığını” itiraf etmiş sanatçı.

Bütün bu konular aklıma şu soruları getirdi; biz dinleyiciler sadece müziğin kalitesine mi odaklanırız? Yoksa müziği icra edenin kişilik yapısı, söylemleri ve özel hayatını nasıl yaşadığı gibi faktörler de müziği ne ölçüde beğendiğimizi etkiliyor mu? Örneğin Michael Jackson, Collins'e kıyasla çok daha ağır ve somut şeylerle suçlanmış olmasına rağmen, asla yerin dibine gömülmedi ve “popun kralı” statüsünü kaybetmedi. Düşünmeye değer ilginç bir durum.

Yazının başından beri, Phil Collins'in milyonlar satan bir sanatçı olmasına rağmen neden sıklıkla eleştirildiğinden ve sevilmediğinden bahsettik. Bitirmeden önce çok kısaca neden sevildiğini de söylemek gerekir. Collins'in karakteristik sesi, kitlelerin kendilerinden bir şeyler bulabildiği samimi şarkı sözleri, zengin enstrüman kullanımı, konsept albümler ve konsept parçalar yapabilme becerisi, çok iyi bir davulcu ve piyanist olması ve güçlü sahne şovu, bu müzisyenin öne çıkan değerleri diyebiliriz.

Collins'in solo çalışmaları arasında en beğendiğim parçalara yer verdiğim bu listede, aynı zamanda sanatçının Genesis bünyesinde yaptığı “I Can't Dance” ve “Mama” gibi bazı hitleri dinleyeceğiz.

Bir sonraki dinleme listesinde tekrar görüşmek üzere.


 

-Bora Yücel (İzmir.Art)
 

Haftanın Dinleme Listesi serisinin önceki bölümleri için: https://www.izmir.art/tr/bloglar?category=konser 

Fotoğraflar
Videolar
Yazar Profili
Bora Yücel
Bora Yücel

36 İçerik

1987 İzmir doğumlu, besteci ve müzik prodüktörü. 6 yaşında piyano eğitimi ile müziğe giriş yaptı. 13 yaşında gitar çalmaya başladı, 16 yaşında ilk grubunu kurdu ve sahne hayatı ile tanıştı. İzmir’in bilinen punk gruplarından Kaygan Zemin ile çeşitli şehirlerde birçok konsere çıktı. Bu yıllarda grubuyla demo kayıtlar yaptı ve ses prodüksiyonuna yönelmeye başladı. Müzik hayatı boyunca Roxy Müzik Günleri, Boğaziçi Üniversitesi Battle of the Bands, Barışarock gibi organizasyon ve festivallerde sahne aldı. Smyrname isimli rock grubunun “Ses” albümünde söz yazarı ve gitarist olarak bulundu. “At Hırsızı” ve “Falso” isimli projelerde punk, rock ve elektronik türlerinde müzik prodüksiyonuna devam etti. İlhan Usmanbaş, Tolga Zafer Özdemir ve Selen Gülün gibi isimlerden eğitim aldığı İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nü 2011 yılında bitirdikten sonra jingle ve podcast alanlarında çalıştı. Urla Belediye Konservatuarı’nda kurucu eğitmenlerden biri olarak 6 yıl boyunca gitar ve perküsyon üzerine eğitim verdi ve öğrencileriyle birlikte sahne çalışmaları yaptı. Şu an İzmir.art ekibinde podcast ve müzik içerikleri üretiyor.

Yazar Profil Sayfası