“Hem Var Hem Yokmuş Gibi”

İzmir.Art Açık Çağrı kapsamında "Çağdaş Sanatta Ekolojik Yaklaşımlar" üst başlığı doğrultusunda Aslı Alpar tarafından gönderilen Halil Vurucuoğlu'nun "Hem Varmış Hem Yokmuş Gibi" sergisine dair inceleme ve röportaj yazısı.

İzmir.Art 16 Kasım 2022

Halil Vurucuoğlu’nun  en son kişisel sergisi “Hem Var Hem Yokmuş Gibi”, geçtiğimiz bahar aylarında galeri Anna Laudel’de izleyici ile buluştu. Aşağıda Aslı Alpar’ın sergi için yazdığı metnin sanatçıyla yapılan kısa bir söyleşi ile zenginleştirilmiş versiyonu yer almaktadır:

“Hem Var Hem Yokmuş Gibi”
Sergi

Sanatçı: Halil Vurucuoğlu
Tarih: 17 Mart 2022 Perşembe – 22 Nisan 2022 Cuma
Yer: Anna Laudel, Beyoğlu / İstanbul

Antroposen… içinde bulunduğumuz jeolojik çağın adı, Dünya’nın insan eliyle yaşadığı bu dönüşümü tanımlıyor. İnsanın; yüz yıllar önce görece masum eylemlerle başlayan yeryüzüne olan etkisi bugün pek çok alanda geri dönülemez limitlere ulaştı. Slavoj Žižek, bu çağda özgürlüğümüzün sınırlarının global ısınma ile somutlaştığını ifade ediyor.1 Tabiatın yaramaz çocuğu, bunun bir disiplin cezası değil de ölüm kalım meselesi olduğunu ayırt edebildi mi? Şüpheli… Bilim insanlarının canhıraş uyarıları uluslararası politikalarda bir etki yaratsa da pratikte büyük bir gelişme yok. Beklediğimiz katastrofinin biraz öncesindeyiz… Kadim dengenin bozulduğuna dair sayısız emare görsek de… Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi… Gündelik hayat kendi ritminde akıp giderken borular derinlerde denizleri kirletmeye, savunma sanayileri silahlanmaya, yağmur ormanları yok edilmeye devam ediyor.

Halil Vurucuoğlu, içinde bulunduğumuz ekolojik krizi, hem yerel hem de küresel olarak tecrübe ettiğimiz en yaşamsal sorunlardan biri olarak tanımlıyor. Bu sorun çerçevesinde oluşturduğu sergide doğa, çevre ve bunlar üzerindeki insan etkisini araştırıyor. Doğanın temel döngüsünden; doğum, ölüm ve dönüşümden hareketle serginin merkezinde “varlık ve yokluk” kavramları yer alıyor. Daha özelde sanatçı  “var etme”, “yok etme” eylemlerinin;  bilinç, imgelem, kültür ve ekolojik dengeyle olan ilişkisini inceliyor.

Aslı Alpar:   

  • Eğer önlem almaz ve politikamızı değiştirmezsek önümüzdeki kaderin “yok oluş” olduğunu konuşuyoruz.  Biz, insanlar; konuşuyoruz ama sanki hiç anlamıyoruz. Daha rahat, daha çok yaşayalım, derken yok olacağız. Bu gerçek yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Bana öyle geliyor ki, sergin insanlığın zihnindeki bu bulanıklığı da işaret ediyor. Doğrudan senden öğrensek; neden bu kavramlar üzerine odaklandın?  

Halil Vurucuoğlu: 

  • Doğanın dengesini bozarsak kendi varlığımızın son bulacağı gerçeği artık somut bir şekilde ortada.  Belki de bahsettiğin bulanıklık kendi yok oluşumuzu  kolay kabul edemediğimiz içindir. Doğanın düzeni doğum, ölüm ve dönüşüm döngüsüne bakıldığında her şey daha açık ve anlaşılır. Öte yandan felsefi olarak ”varlık” ve “yokluk” çok geniş ve yoğun anlamlar barındıran iki kavram. Pandemi döneminde ister istemez bu kavramlar üzerine daha çok düşündüm. Zıtlıklar üzerine düşünmeyi ve üretmeyi seviyorum. Daha önceki sergilerimde de farklı ikiliklerde bunu görebilirsiniz.  Sergi özelinde konuşursak da son üç yıldır sergideki işler üzerine düşünüyorum, söylediğin gibi bu kavramlar meselenin özünde; ancak çok geniş ve katmanlı olduğu için bambaşka yerlere gidebilirdi. Bu nedenle kavramları, odak noktama yakın tutup meseleyi görünür kılan tek bir örnek etrafında şekillenen işler olarak tasarlayıp yorumladım. Eylem olarak “var etme” ve “yok etme” üzerine eğilmek daha yalın bir anlatım yaratmama yardımcı oldu. Bu açıdan şimdiye kadarki en sade ve ama yoğun kişisel sergim olarak tanımlayabilirim.

Her geçen gün yeni bir çevresel felaketin, doğal ya da kültürel bir değerin kayıp haberini alıyoruz. Kaybettiğimiz değer dünyanın en büyük resifi, nadir bulunan bir albino zürafa ya da yüzlerce yıllık mozaiklerle bezeli tarihi bir kent olabilir. Kayıplar için dövünmekten başka elinden bir şey gelmeyen duyarlı bireylerde acı, katman ve katman birikiyor… Böyle bir acının metaforu ancak “Dipsiz Göl” olabilirdi, diyor sanatçı. “12 Bin yıllık el değmemiş bir göl, dışarıdan, herhangi bir su kaynağından beslenmiyor; başka bir kaynağı da beslemiyor. Kar sularının birikmesiyle oluşan nadide bir doğa harikası. Geçtiğimiz yıllarda devlet kurumlarının da dâhil olduğu akıl almaz bir organizasyonla define avcılığının kurbanı oldu.”

Dipsiz Göl, Halil Vurucuoğlu’nun perspektifinden “var oluş”, “yok oluş” ve “arasında” olarak tanımladığı bir üçlemeyle sergide yerini alıyor. 12.000 yıl boyunca yeryüzünden göğe bakan maviliğini;   kazıp, doldurup, yokluğu fark edilince şebeke suyuyla geri döndürülmeye çalışılmış halini betimleyen iki Dipsiz Göl tasviri… Üçüncü tasvir pastel renklerde… Dipsiz Göl’ün zihinlerde kalan imgesi, bir zamanki gerçekliğine dair subjektif algımızla oluşan bir yorum; gözümüzü kapatınca beliriveren bir “varmış” gibi…

Aslı Alpar: 

  • Bütün bu düşünme sürecinin sonunda “Dipsiz Göl” aradığın metafor olmuş. Biraz anlatır mısın nasıl oldu?”

Halil Vurucuoğlu:

 

  • Bahsettiğim gibi, pandemi ile birlikte varlık ve yokluk üzerine tahayyüllerimin arasında “Dipsiz Göl”’ün talihsiz haberine rastlamam zihnimde oturtmaya çalıştığım pek çok şeyi netleştirdi. Çok sarsıcı bir andı; parlak, mavi, derin ve eşsiz bir güzellik; bu güzellikten daha yeni haberim oluyor ama aynı zamanda onun yok edildiğini öğreniyorum. Pek çok farklı duyguyu aynı anda yaşadım.  On iki bin yıl boyunca varlığını, güzelliğini korumuşken insan eliyle yok edilişi kadar insan eliyle yeniden var edilmeye çalışılması da trajikti. Kendisi olmasa da hatırasının inşası fikri de aynı zamanda belirdi. “Dipsiz Göl” gibi daha birçok kayıp var elbette… Hem küresel hem yerel olarak yaşadığımız ekolojik kayıplar öyle çok ki… Tüm bu değerleri ve onların acısını bir değerde sembolleştirmek istedim. “Dipsiz Göl” bu anlattıklarımı görünür kılan yer oldu. Bu nedenle Dipsiz Göl’e atıfta bulunan dört eser yer aldı sergide. Dipsiz Göl’ün doğal, bozulmamış olan hâli, yok edildikten sonraki hâli, bu ikisi arasında hafızalarımızdaki temsili… Bir de gerçekleşen bu katliamdan haberdar olmamı sağlayan manşet var; kâğıttan keserek biçimlendirdim, bu da seriden bağımsız bir iş olarak yer aldı. 

Sanatçı, uzun yıllardır ustalaştığı kağıt kesme tekniğine ek olarak bu sergide dışavurumcu ve doğal bir estetiğe yer açan yeni bir yöntem kullanıyor. Kağıt katmanlarını, kesmenin yanı sıra yırtarak da oluşturuyor.  “Yok etmek” kavramını, yırtma eylemi ile biçimselleştiriyor. Vurucuoğlu’na  göre “yırtmak”, “ufalayarak yok etme”yi de ifade ediyor. Konu olan hoyratlığın tersine sergide yer alan işler, malzeme ve tekniği ile çevre sorumluluğu, sürdürülebilirlik ve geri dönüşüme vurgu yapıyor. Sanatçı işlerini oluştururken ortaya çıkan kağıt atıklarını dönüştürmeyi önemsiyor. Sergide yer alan “Sütun” adlı heykel atık kağıtlardan oluşan malzemesiyle öne çıkıyor.

Aslı Alpar:

 

  • Biraz da sergideki işlerin temel malzemesinden bahsetmek ister misin? Kağıt uzun yıllardır çalıştığın bir malzeme, kağıdın doğal bir malzeme oluşu kadar atık kağıtları dönüştürmek bu sergiye sadece biçimsel değil anlamsal olarak da katman sağlamış. Kağıdı özellikle mi tercih ettin, yoksa genelde kağıtla çalışmayı mı tercih ediyorsun? 

Halil Vurucuoğlu:

 

  • Kağıt  uzun yıllardır çalıştığım bir malzeme, ancak kağıtla çalışma yöntemlerim çok çeşitli. Yıllar içinde kesip boyadığım kağıt resimler derinleşti, yükseldi. Zaman zaman heykele yaklaşır şekilde evrildi. Kağıdın çok özel bir malzeme olduğu düşünüyorum; binlerce yıldır kullanılıyor ve hâlâ yeni olanaklar sunuyor. Kağıt zıtlıkları birlikte sunabilen şaşırtıcı bir malzeme; aynı anda  zarif ve güçlü, hafif ve sağlam olabiliyor. Bir yandan da çok sade, bir o kadar da karmaşık...

Aslında belli bir malzeme üzerinde ısrarım yok. Farklı bir malzeme ve teknik kullanmaktan çekinmem. Daha çok zihnimde beliren eser, nasıl bir malzemeye ya da tekniğe ihtiyaç duyar diye bakıyorum. Bu kağıt olduğu kadar bir neon yerleştirme ya da çizim değil de fotoğraf ya da video da olabilirdi. Zihnimdekilerin biçimlenmesi bu sergide en doğal haliyle kağıt üzerinden gerçekleşti. Yıllar içinde geliştirdiğim tekniklerle kağıdı farklı biçimlerle üretimime dahil ettim. Kesmek, yırtmak, katman ve parçalardan bütün oluşturmak, kesiklerle oluşan gölgeleri de işin bir parçası olarak tasarlamak gibi... 

Tabi tüm bu süreç içinde çalıştığım temel malzemeyi ve kullanım biçimimi de sorguladım. Kağıdı nasıl kullandığım, ne kadar tükettiğim üzerine düşünmek atık kağıtları geri dönüştürmeyi de üretim sürecime dahil etmemi sağladı. Kağıtları parçalara ayırıp iyice ufalayarak hamur yapmak, taşlaştırmak, heykelleştirmek hem çevreci bir karar, hem de farklı biçimlere olanak sağlıyor. Kağıt hamurları bir süre daha üretimimin bir parçası olacak gibi görünüyor. 

Halil Vurucuoğlu bu sergiyle bize Dünya’mızı giderek yitirdiğimizi, elimizde kalanınsa bir imgelem olduğunu söylüyor nazikçe. “S.S.S ”  serisinden seçilmiş işlerdeki gibi bize tam olarak neresi olduğunu bilmediğimiz ama yeryüzünün muhtemelen yitip gitmiş yerlerini ya da belki bir zamanlar duyduğumuz huzuru anımsatan formlar sunuyor. Bu formlar bir nostalji ya da hüzün taşımaktan ziyade artık erişilmez olduklarını sessizce dile getiriyor.

Sergi salonunun sonunda seyirciyi karşılayan parlak renkli ve ilginç formlarıyla “ağaç mantarları”ndan oluşan “Euphoria Serisi” ile sanatçı bize yaşamın oyunculuğunu hatırlatıyor.  Öyle ki mantarlar gezegenimizin gizli dönüştürücü gücüdür. Milyonlarca çeşit türü bulunur. Bu türlerden biri de gezegenin en büyük canlı organizmasıdır. Mantarlar sporlar aracılığıyla iletişim kurar, çoğalır hatta başka canlıları etkileri altına alırlar.2 Gezegeni mahvedip pek çok canlıyla beraber kendi sonumuzu getirirsek yaşam tümden yok olur mu? Doğa sarsılsa da muhtemelen yerimizi mantarlarla doldurmayı başaracaktır.

 

Aslı Alpar:

 

  • Serginin bitişinde yer alan “Euphoria” serisi, bir bakıma sergi süresince zihnimizde beliren soruların yönünü değiştiriyor. Bir bakıma gezegenimizde “insansız” yaşam alternatiflerine gönderme yaparken adından mütevellit insanı mutlu eden, neşe veren bir tarafı var. Nedir bu formların sırrı? Bu seriyi nasıl tasarladın?

 

Halil Vurucuoğlu:

 

  • Kendi mekânını var eden, hatta mekânı dönüştüren bir yapıda olduklarını söyleyebilirim. Bir raf ya da kaideye ihtiyaç duymuyor, bağımsız olsalar da birbirleriyle iletişim halindeler, doğadaki mantarları andırıyorlar; biçim olarak daha çok ağaç mantarlarını…

‘Euphoria’ sözcük anlamı olarak yoğun haz veya aşırı mutluluk halinin yaşandığı ruhsal duruma karşılık geliyor. 2019 sonlarında gece boyu devam eden bir çalışmanın sonunda artık dinlenmeye geçmeden atölyemi son kez gözden geçirdiğimde ağzımdan “her yerde resim var” cümlesi çıkıverdi. Sonrasında zihnimde kendiliğinden bu cümleyi tekrar etmeye başladım ve bu, her tekrarda yükselen bir coşkunluk, mutluluk hissetmeme neden oldu. Bu coşkun mutluluk; o sırada tasarladığım işlerdeki gibi renkli katmanların iki duvarının kesiştiği köşeden fışkırarak atölyemi doldurduklarını hayal ettirdi bana. ‘Euphoria’ serisi bu şekilde doğdu; bana verdikleri hazzı taşıdıklarını umuyorum. Serinin etkisi bu bağlamda önemliydi çünkü yaşayan dünyayla ilişkimizi yeniden yorumlarken doğayı izleyen ve varlıklar üstünde tahakküm kurmadan yeni yollar düşünmeye, hayal gücümüzü harekete geçirmeye teşvik eden bir sergi olmasına gayret ettim.

Başka pek çok özelliği yanında halüsinatif özelliğiyle şamanik kültürlerde ruhsal yolculuğun araçlarından biridir mantarlar. Şamanların yolculuğu, yeni bir bakışla görmek, düşünmek içindir. Bir diğer okumayla sanatçı bize farklı düşünmek için bir işaret sunuyor. Kapitalizmin sunduğu bireysel romantizmi terk etmeyi, gezegeni kurtarmak için doğal deterjan ve sürdürülebilir moda tercihlerimizin asla yetmeyeceğini göstermeye çalışıyor. Her ne kadar sistem bildiğimiz toplumsal eylemlere pek olanak tanımıyorsa da büyük ve kitlesel bir değişimin gerekliliğini vurguluyor. Bu bir karamsarlık tablosu değil de tersine umutlu bir göz kırpıştır. İhtiyacımız olan dayanışma ve yaratıcılık için bakmamız gereken yer doğa ve belki de mantarların sihirli dünyasıdır.

 

Aslı Alpar

 

 

 Kaynakça:

 1.     Zizek, S.  (2012) Antroposen’e Hoşgeldiniz.( M. Budak, Çev.) İstanbul: Encore. (2012)

  2.   Riley, J. ( 2022)  8 fantastic facts about fungi,  BBC Earth Ağ Sitesi: https://www.bbcearth.com/news/8-fantastic-facts-about-fungi  [Erişim Tarihi: 24.02.2022]

 

Halil Vurucuoğlu

1984 İzmir doğumlu Halil Vurucuoğlu, 2007 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. 2008 tarihli “Bambu” başlıklı ilk kişisel sergisiyle birlikte biri Bremen’de diğerleri İstanbul’da olmak üzere toplam dokuz kişisel sergi gerçekleştirdi. Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda fuar ve grup sergilere katılan Vurucuoğlu, çalışmalarını ve yaşamını İstanbul’da sürdürüyor. 

 

Aslı Alpar 

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema Mezunu. Sonrasında Hacette Üniversitesi’nde sanat tarihi üzerine dersler aldı. Reklam, Sinema ve Sanat alanında pek çok farklı şirket ve kurumda içerik üretti, projeler yürüttü ve idari görevlerde bulundu. 2015-2017 yıllarında SALT Ulus’ta Araştırma ve Programlar Sorumlusu olarak görev yaptı. Ankara’da yaşamaya ve bağımsız olarak yazı ve projeler üretmeye devam ediyor.

 

 

 

 

 

 

Fotoğraflar
Videolar