Huzurlu Kadın Huzursuz Sanat

8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların sanat üretimindeki yerini tarihsel bağlamda eleştirel perspektiften ele alan inceleme yazısı.

Melis Marangoz 20 Nisan 2022

                                                                                                                                                                                         Huzurlu Kadın Huzursuz Sanat


 

Rönesans döneminde kadınların resim yapması henüz ayıplanan bir durum değil, aksine onları çekici kılan bir özellik olduğu için ‘’göze güzel gelen’’ her şeyi resmetmelerinde bir sakınca görmemişti iktidar sahipleri. Kadınlara özgü nitelikler olan; güzellik, zarafet, estetik ve alçakgönüllülük duygularını somutlaştırmaları bekleniyordu elbette. Ortaya çıkan eserlerin göze batmayan mütevazi resimler olması gerekiyordu.  Hollandalı altın çağ ressamı  Judith Jans Leyster, 17. yüzyıl resim sanatında bir kadın olarak yaptığı işlere kendi ismiyle imza atmasına ve döneminin meslektaşları tarafından beğenilmesine rağmen, çalışmalarının çoğu benzer işler yapan, Frans Hals’a atfedilmişti. Judith Jans Leyster’in ölümünden sonra da eserleri kocası Jan Miense Molenaer ismiyle sunuldu. 

Modern sanata yaklaşırken, soyut ekspresyonizm’e katkı sunan Grace Hartigan, çalışmalarını ‘’George’’ olarak imzalamak zorunda kaldı. Bazı kadın sanatçılar ya isimlerini ve kimliklerini gizli tutmayı ya da sadece isim soy isimlerinin baş harflerini kullanmayı tercih etmek zorunda bırakıldılar. Rönesans döneminde kadınların resim yapmasına ‘izin’ verilirken, modern çağlara yaklaşırken, sanat alanında ilerleyen kadınlar için sosyolojik bir mutasyon gerçekleşiyordu. Bir yandan anonimleşen sanatçılar, diğer yandan kendilerini sanatlarıyla ifade ederek bu fikirlerle anılmak istiyorlardı. Günümüz 21.Yüzyıl problemi olarak hala karşımıza çıkan ‘kadının yeri’ ve ‘aileye mahkum etme’ sorunları irrasyonel güdülerin o günden bugüne kadar var olabildiğini göstermektedir. Kadının kadınlığını kaybetmediği ve tabii ki ‘erk’ olanı huzursuz etmediği sürece varlığına izin verildiği düzende bir grup kadın protesto başlatmaya kararlıydı.





 

Gerilla Kızlar (Guerilla Girls), kadını sanatın nesnesi olmaktan çıkarıp, cinsiyet kimliklerine sert bir eleştiriyle yaklaşmak istediler. Sanat dünyasındaki cinsiyet ve ırk ayrımcılığına vurgu yapmak isteyen gerilla kızlar, 1984 yılında Modern Sanat müzesindeki kadın sanatçı eksikliğini protesto etmek amacıyla Manhatten’ı ismi unutulmuş hatta hiç söylenmemiş kadınların isim listesini hazırlayıp, el ilanları ile duvarları kaplamaları feminist hareketin, sanat camiasında güçlü bir propagandasıdır. 


 

Kadın sanatçıların deneysel sanat alanına öncülük ettiği ve seslerini ‘erk’ olgusuna eşitlemeye başladıkları dönemler olmasına rağmen, sanat kitaplarını yazan patriyarkal zihinler; araştırmalarında, eleştirilerinde ve kitaplarında kadınlara yer vermeyi es geçmişlerdi. Kadınlar sanat kitaplarında estetik algısı olarak bahsi geçen birer nesne olarak yer buluyordu. Kadınların olması gerektiği yerin ev olduğu konusunda ısrarcı olan erkekler, kadınların sanat alanındaki ifadelerinden korkuyordu. Çünkü II.dalga kadın hareketiyle devam eden kadın mücadelesi, sanat alanı dışında siyasal iktidarlara kadar ulaşmış, bireysel mücadeleleri küresel boyutta sonuçlara ulaşmıştı. 

1960’lı yıllara gelindiğinde yaşanan II.dalga kadın mücadelesiyle birlikte güçlenen kadınlar, 1970’lere geldiğinde hiyerarşik düzen içinde sanatın yeni gündemi olan fotoğraf, enstalasyon ve performans alanlarına da öncülük etmişlerdir. Kadın figürünü o güne dek bu kadar etkin görmeyen, ev işleri dışında kendi yapabildikleri ‘’üst’’ sanatı karşı cinsin yapması onları şaşırtmış olmalı ki dominasyonlarını koca bir ağırlık olarak kadının üzerine boca etmeye çalışmışlardır.  Bu durumun can sıkıcı bir hal almasıyla birlikte, daha öncesinde temelleri atılan ‘Feminist Sanat’ korkusuzca ilerlemeye başladı. Kadınların kadın olmak dışındaki tüm alanlardan dışlandığı gibi sanattan da dışlanan ve ‘niteliksiz’ olarak atfedilen kadınlar bu mücadele için ‘’Feminist Sanat’’ çatısında buluştular.  

1971 yılında İngiltere’de düzenlenen Feminist Sanat Sergisi’ne katılan Margaret Harrison’ın çalışmaları polisler tarafından sansürlendi. Çalışmalarında kullanmaktan çekinmediği kadın ve erkek figürünün alışılmışın dışındaki formları ‘’erkek’’ bedenini aşağıladığını düşündürmüştür ve aynı zamanda yine erkek bedeninin pornografik bir materyale maruz kalması kabul edilemez olmalıydı. Oysa burada bir cinsiyetsizleştirme söz konusuydu. Alay etme ve rahatsız etmenin dışında bedenlerin kimliksizleştirilmesi gözden kaçıyordu. O dönemin yükselen erkek sanatçıları için zaten kabul görmeyen kadınlar, yaptıkları ‘’rahatsız edici’’ işlerle huzurları iyice kaçırmaya başlamıştı. 

Nil Yalter, “Türk Göçmenleri”, 1977, Fotoğraf ve Desenler, 10. Paris Bienali, Fransa

Tarihsel süreçte yalnızca Avrupa ve Amerika’da değil küresel boyutta yaygınlaşan Feminist Sanat, 1970’li yıllarda Türkiye’de Füsun Onur, Nil Yalter, Nur Koçak ve Gülsün Karamustafa öncülüğünde feminizm ile buluşmuştur.  Kadın ve aile ilişkisi, kadının toplumsal rolü, sansürlü çıplaklık gibi konular çevresinde atılan adımlar, enstalasyon alanında büyük ses getirmişti. Nil Yalter’in sinema alanındaki katkıları, eril bir üretim aracı sayılan kamerayı video sanatı ile birleştiren bir katkıdır. Yalter, toplumsal sorunlara karanlık bir soluk getirirken, işlemeyi seçtiği konular Anadolu’daki kız çocukları, göç kavramı ve erken yaşta baskıyla evlendirilen kız çocukları olmuştur. Batı’nın aksine Türkiye’de işlenen konular, içinde bulunduğu coğrafya ile olan etkileşimine de eleştri getiriyordu. Bu hareket, Türkiye’deki klasik resim ve klasik sanat anlayışının kırılma noktasını gerçekleştirmiştir. Aynı zamanda sanat alanlarının çeşitlenmesi ve içeriğin genişlemesi bakımından önemli bir role sahiptir. 

Küresel çapta kendini gösteren Feminist Sanat ve Kadın Hareketi sayesinde mutlak özgürlüğü hedeflemenin yanı sıra cinsiyet teriminin yarattığı kompleks yapının ortadan kalkmasına bağlı olarak, eşitlik, adalet ve özgürlük formlarından maksimum fayda sağlamak da sürdürülebilir bir dayanışma için oldukça önemlidir. Kadın devrimi, kamusal alan, kişisel alan gözetmeksizin, herhangi bir siyasal devrime dayanmadan ve siyasi hiçbir dengeye bağlı kalmadan sonsuza kadar sürecektir. 



Yararlanılan kaynaklar:

https://sendika.org/2020/10/feminist-sanat-toplum-icindir-pinar-fidan-feministuniversite-com-597955/

https://www.academia.edu/33661576/Sanatta_Feminist_Hareket_ve_T%C3%BCrkiyede_Feminist_Sanat

https://www.guerrillagirls.com/chronology-talks-performances-workshops

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2082020


 

Fotoğraflar
Videolar