Kant, Sanat ve Deha'nın Rolü

Sanat ve estetikten konuşmak istiyorsak şüphesiz ki Immanuel Kant'ın sanat felsefesi ilk uğrak noktalarımızdan biri olmak durumundadır. Bu alana ait en temel kavramları ele almak, incelemek, okumasını yapmak, gerek sanatçıların gerekse sanatseverlerin estetik beğeni yargılarının gelişmesini sağlayacak ve bir sanat eseriyle karşılaştıkları zaman artık bir öncesinden daha farklı düşünce düzleminde seyir edeceklerdir. Bu ilerleme ise kişilerin sanata olan ilgisini arttıracağı gibi eser karşısında duyulan zevki de pekiştirecektir. Alman filozof Immanuel Kant, 1790 yılında tamamladığı üçüncü ve son kritiği olan "Yargı Gücünün Eleştirisi" kitabında güzel, güzel sanatlar, estetik, beğeni yargısı ve sanatçının dehası kavramlarını ele almış ve bu kavramlara felsefi bir boyut kazandırmıştır. Bu çalışmada filozofun üçüncü kritiği bağlamında eserin üretilme sürecinde sanatçının dehasının ne konumda olduğu, diğer insan üretimi olan işlerden nasıl ayrıldığı konuları serimlenecektir.

Ezgi Aydın 2 Ağustos 2023

 

Kant, Sanat ve Deha'nın Rolü

 Ezgi Aydın

Immanuel Kant, 1790 yılında tamamladığı ‘’Yargı Gücünün Eleştirisi’’ ile eleştiri üçlemesini tamamlamış oluyor, sanat felsefesi alanına en kapsamlı yapıtlardan birini dâhil ediyordu. Günümüzde ve öncesinde onun ‘’Yargı Gücünün Eleştirisi’’ eseri birçok kez incelenmiş farklı okumaları yapılmıştır. İçinde birçok kavram barındıran bu yapıt siyaset felsefesi alanına ait özgün okumalara kaynak olduğu gibi salt estetik ve sanat felsefesi alanında yapılan çalışmalara da düşünsel bir kaynak olmuştur. Kant, kendinden önce kullanılan kimi felsefi kavramları yeniden ele almış ve düşünce zeminine göre bu kavramların içini kendi felsefesi ile adeta donatmıştır. Bahsi geçen kavramlardan biri olan ‘Deha’ ‘’Yargı Gücünün Eleştirisi’’ adlı eserinin ikinci kitabında ‘Estetik Yargıların Tümden Gelimi’ bölümünde ‘Güzel Sanat Dehanın Sanatıdır’ başlığı altında ele alınmıştır. Bu çalışmanın amacını Kant’ın deha kavramını alışılmış olan deha kavramından nasıl ayırdığı, dehanın ne olduğu, beğeni ve sanat eseri arasındaki ilişkileri bakımından Kant’ın dehasının incelenmesi oluşturacaktır.

Kant’ın Genel Olarak Sanat Fikri

Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi adlı eserinde ‘Genel Olarak Sanat Üzerine’ başlıklı bölümde işe sanatın doğa ürünlerinden farkını ortaya koyarak başlamıştır.  Sanatın ne olduğunu, ne olmadığını kavrayabilmemiz için başlangıçta sanat ürünlerinin ne gibi özellikleri ile doğa ürünlerinden ayrıldığını bilmemiz gerekmektedir. İkinci olarak bu sanatın ürünleri insan yapımı olmakla ortak özellik taşıdığı bilimden de bazı temel farklılıklar taşımaktadır. Üçüncü ve son olarak ise sanatın zanaattan ayrıldığı yönlerine değinen filozof bu üç adımı kısa örnekler vererek açıklamıştır. Sanat, insanın kendi iradesi ile bilinçli olarak ortaya koyduğu bir şey iken doğadaki ürünler böyle bir bilinçlilik taşımamakta ve içgüdüsel bir durum barındırmaktadırlar. 

''Haklı olarak ancak özgürlük yoluyla üretime, usu eylemlerinin temeline alan bir özenç yoluyla üretime sanat denmelidir. Çünkü arıların ürünlerine (kurallı olarak yapılmış balmumu petekler) bir sanat yapıtı demek istemekte bu yine de bir andırım yoluyla böyledir; işlerinin ussal bir düşünüp taşınma üzerine dayanmadığını anlar anlamaz, bunun doğalarının (içgüdülerinin) bir ürünü olduğunu söyleriz ve sanat olarak onu yalnızca yaratıcılarına yükleriz'' [1]. Nesnenin bilinçli bir şekilde gelen dış müdahale sonucu biçimini almasının önemine vurgu yapan Kant, böyle bir yaratımın insan yaratımı olan sanata ait özellik olduğunu belirtmiştir. 

    Title page of the 1790 original work

Yargı Gücünün Eleştirisi, 1790.

İnsanın edimlerinin sonucu olan iki alan bilim ve sanat da Kant için ayrı özellikler taşımaktadır. İki alandaki temel fark birinde yapabilmenin diğerinde ise bilmenin ağırlıkta olmasıdır. Yapabilme sanat alanında ağırlıkta iken bilme ise bilimde ağırlıktadır. Kant,‘’ Camper en iyi ayakkabının nasıl yapılması gerektiğini tam olarak betimler, ama hiç kuşkusuz kendisi böyle bir şeyi yapamaz.’’[2] Diyerek sanatın insan becerisi olması bakımından bilimden ayrımını örneklendirmiştir. Sanatın zanaattan ayrımına da vurgu yapan Kant zanaatı ücretli sanat olarak ifade etmiştir. Zanaat özgürlüğün değil zorlamanın, hoşnutsuzluğun, ücret karşılığında verilen emeğin harcandığı alan iken sanat hoş olan uğraş olarak tanımlanmıştır. Bu üç madde altında genel olarak sanatın çerçevesini çizen filozof bu defa ‘Güzel Sanat Üzerine’ başlığı altında güzel sanatın incelemesini yapacaktır. 

Beğeninin nesnesi olan sanatı belirlemek için sanatın ne gibi türlerinin olduğunun ayrımına varmak Kant için önemlidir. Bu ayrımı öncelikle mekanik sanat ve estetik sanat, sonrasında ise estetik sanatı da kendi içinde ikiye ayırarak yapacaktır. Artık estetik sanatın altında da hoş sanat ve güzel sanat vardır. Peki, bu, sanat olarak adlandırılan tüm bu dört başlığın da güzel olarak değerlendirilmesi ve beğeninin nesnesi olmaları sanat olarak adlandırılıyor olmaları için yeterli değil midir? Kant için yeterli değildir. Çünkü o daha baştan sanatın, doğadan, zanaattan ve bilimden farklarını ortaya koyarak aslında bu noktaya geleceğimizin sinyallerini bize vermiş gibidir. Mekanik sanat yapabilmekten çok bilmenin alanına aittir. Mekanik sanat, nesnenin kendisine uygun düştüğü bilgisine göre gerçekleşir. Önceden verilmiş kavrama göre edimsel kılma vardır. Yararlı bir şey meydana getirme amacıyla hareket edilir. Bilinen kuralları vardır ve belli ilgileri doyurmak içindir. Bilen ve hesap eden anlama yetisinin etkinliği söz konusudur. Dıştan konulmuş bir amaca ulaşmaya yönelik zorlayıcı bir yaptırım altında hareket edilir. Sonuç için yeterli bilgiden daha fazlasına ihtiyaç yoktur.[3]

Estetik sanatta ise amaçlanan şeyin hoşlanma duygusu yaratma olduğunu ve hoşlanma veren bir ürün ortaya getirme olduğunu yazan Kant, hoş sanat ve güzel sanat ayrımına gider. Hoş sanatın yalnızca duyumlarımıza seslenen, onlara duyumsamamızdan gelen bir hoşlanma ile yaklaştığımızı, duyumsal bir hazzın olduğunu ifade eder. Kant, kendisi için asıl önemli olana gelmiş bulunmaktadır. Bilgi yetilerinin özgür oyun içinde olmasını sağlayan, düşünümden doğan bir hoşlanma yaşatan güzel sanat alanına artık giriş yapmıştır.

Güzel Sanat ve Doğada Güzel Ayrımı

Güzel sanat, belirsiz kavramların, amaçsız amaçlılığın, özgür oyunun alanıdır. Burada ne belirlenmiş bir kavrama uygunluk aranır ne dışsal bir amaçlılık ne de dayatılan kurallar vardır. Güzel sanat hem yaratıcısının hem de izleyeninin en özgür olduğu yerdir artık. Ona bu özelliklerini veren nedir? Öncelikle sanat yaratımı özgür bir üretimdir. Kendisinden ötürü haz veren bir uğraş olarak bakılır. Etkinlik kendinden haz vericidir ve kendi adına üstlenilir. Bilgi haline getirilemez olan bir tasarının, belirlenimsiz bir kavramın sonucudur. Sanat eserinin üretimindeki pratik ne öğrenilebilir ne de tekrarlanabilir. Kendi kendisinin nedenidir, var olma nedeni kendisinde olan bir oyun türüdür.[4] Güzel sanat çıkardan bağımsız olarak gerçekleştirilen, amacı sadece güzel olmak olan olsa da yine de amaçsızmış gibi görünen insanın yönelimsel olarak yaratımda bulunduğu yerdir. 

Temelinde iki öğesi; özgür yaratım ve kavram (amaç) olan güzel sanat, doğa görünümünde olmalıdır. Buradaki doğa vurgusu nedensel ilkelerin egemen olduğu fiziksel-mekanik- doğadan daha farklı bir doğadır. Kant’ın söylemek istediği sanatın doğaya benzemesi değildir elbette. Bu onun Platoncu ayrım noktalarından biridir aynı zamanda. Sanat doğa görünümünde olmalıdır ile söylenmek istenen bir manzara resmini gördüğümüz anda ‘’ne kadar gerçek, sanki gerçekmiş gibi’’ dediğimiz anda yatmaktadır sanatın doğa gibi görünmesi. İkinci olarak Kant’ın bu vurgusunu sanat ürünlerinin her ne kadar da bilinçli insan yönelimi taşımalarına rağmen yine sanki doğanın bahşettiklerindeki gibi belli bir amacın söz konusu olmaması şeklinde de yorumlayabiliriz. Örneğin Niagara Şelalesi'nin güzelliğinin açıklaması ne insan ne de doğanın kendisinde vardır. Bu güzelliğin arkasında bir amaç ve bilinç yoktur fakat Kantçı bir paradoks ''sanki bir amaçlılık taşır gibidir.''  Doğa bizler için yaratmıştır. Tüm doğa bizler için vardır ve adete bir sanat yapıtı gibidir. Bu öyle güçlü bir etkidir ki gördüğümüz dağ manzarası karşısında hissettiklerimizi ifade etmek için çoğu an doğanın nasıl da sanata benzediği zaman güzel olabileceğini onaylayan şu cümleyi kullanmaktan kendimizi alı koyamayız :''Şuna bak sanki bir ressamın eliyle çizilmiş gibi.'' Kant’ın felsefesini doğanın sanata, sanatın doğaya benzediği ölçüde güzel olabileceğini söylediği sanat-doğa paradoksu içinde görmek mümkündür. Sanat eserinin doğa gibi görünmesi paradoksunu başka bir filozof olan Adorno’nun plus-artı terimi ile açıklayacak olursak eğer Adorno şu ifadeler ile bize yanıt verecektir: 

''Doğa güzelliği doğanın olduğundan daha fazla şey söylüyor görünmesinden oluşur. Bu açıdan bakıldığında estetik seyir de, şeylerde var olduklarından daha fazla şey görme yeterliliğidir. Sanatın gerisinde yatan ide de, işte bu fazla'yı bu artık'ı doğadaki olumsal konuluşundan çıkartıp ele geçirmektir. Sanat bunu, doğanın kendinde görünüşünü kendisine mal ederek ve onu belirli kılarak yapar. Böylece sanat, doğanın konuşamayan dilini konuşur kılmaya çalışır. İşte sanat eserleri, kendilerinin aşkın niteliği olan bu fazla'yı bu artık'ı ürettikleri zaman sanat eseri haline gelirler.''[5]

Sanat yoluyla yaratılan bu ikinci doğa bizlere farklı düşün yolları, farklı yaşam alanlarının imkânını gösterir niteliktedir. Bir başka alternatifin olduğunun, daha başka yaşamanın mümkünlüğü üzerine düşünmemizi sağladığı gibi yaratılan bu ikinci doğa ile insanlık bir çıkmazın içine de sokulabilir. Bu sebepten ötürü sanatın kimlerin elinde olması gerektiğinden çok sanatın ve onun yaratıcısının tamamen özgür olması gerektiğine odaklanılmalıdır. Ancak bu özgürlük ile Kant’ın sensus communis[6] 'u gerçekleşebilecektir.   

Kant, güzel sanatın hoş sanattan ayrımını yaparken hoş sanatın salt duyumlara hitap ettiğini ve güzel sanatın bundan daha fazlası olduğunu söylemişti. Güzel sanat sadece duyulara haz veren bir etkinlik değil, düşünücü yargı gücünü de aktif kılandır. Öyle ki güzel sanatta derin düşünmenin vermiş olduğu muhteşem ve duyusal hazdan üstün olan bir hoşlanma söz konusudur. 

Buraya kadar sanatın, güzel sanatın ne olduğunu, doğa ile ilişkisinin temel noktalarını anlamış bulunmaktayız. Peki, sanat tüm bunları sınırsız bir özgürlükte mi yapmalıdır? İnsanın yönelimsel ve bilinçli bir uğraşı olması bakımından sanatın içinde barındırdığı kuralların olması gerekmez mi? Evet, mutlaka sanatın kuralları vardır ama bu kurallar söylediğimiz gibi sanatın içinde barındırdığı, dıştan gelen, belirli kuralların, dayatmaların olmadığı, önceden belirlenmiş bir kavrama uygunluk aranmadığı kurallardır. 

''Sanat eserine düzenini, birliğini veren kurallar, ürün amaçsız olduğu için belirlenebilir, çıkarsanabilir türden değildir. Öznel biçimde konulmuş kuralların dışsallaştırılması ile sanatçı güzeli yaratır. Bu kurallar autonom olarak belirlenir; öyle ki başka hiçbir eser örnek bir eser olsa bile bu kuralları veremez. Yaratıcı sanatçı onları, eserine orijinal bir biçimde uygular ve eserine biricikliğini kazandırır. Sanat eserine ilişkin kurallar tespit edilemediği gibi sanat eserinin düzeni de asla taklit edilemez. Sanat eserinde mevcut olan düzen belirli bir amaca yönelmemiştir. Buna karşılık sanat eseri salt kendi iç uyumluluğu bakımından bir amaçlılık taşır.''[7]

Eserin kendi içinde barındırdığı tinin cisimleştirilmesi bakımından yine kendi iç uyumluluğunu sağlayan belli kuralları vardır. Eser içinde soyut alana ait olan bir tin barındırıyor olsa da sanat eserinin dayandığı bir nesnellik de vardır. Eserin tininin seyreyleyene iletilmesini sağlamak için cisimleştirmeye ihtiyaç duyan sanatçı yapıtına bir iç uyumluluk da vermek durumundadır. Burada devreye Kant tarafından önemli görülen akademik eğitim girmektedir. Bu konuya ilerleyen satırlarda değinilecektir.

Sanat ürününü doğal amaç taşıyan organik varlıklara benzeten Kant, tıpkı organik varlıklarda olduğu gibi sanat ürününde kendini organize eden ve düzenleyen bir varlık olduğunu söyler. ''Bu tür varlıkları kendini organize eden kendine özgü bir üretim tarzı olarak görmekle kavrayabiliriz. Sanat ürünleri de bu tür bir üretim tarzına sahiptir. Onları güzel sanat kılan bu özelliklerini dehanın yaratım gücüne borçludurlar.''[8] Peki, kendi kendini organize eden güzel sanat eserine içkin olan bu kurallığın kaynağı nedir? Bu kaynak sanata kurallar veren, sanat güzelliğinin aşkın ilkesi olan dehadır.

                                                                                                                                               Immanuel Kant

Deha ve Beğeni Paradoksu

Güzel sanat ürününün yaratıcısı olan sanatçı aynı zamanda doğanın ona armağan ettiği özel bir kaynakla donatılmıştır. Bu kaynak dehadır. Deha olmaksızın ortaya çıkan sanat ürünleri hoş sanat olmaktan öteye geçemeyecek ve zihin yetilerinin özgür oyununa, derin düşünmeye olanak sağlamayacaklardır. Sanatı tekhneden de mekanik sanattan da ayıran kendine içkin olan kurallığını veren belirli bir kavrama bağlı olmamasını sağlayan da dehanın kendisidir. Sanat hem bir amaçlılık taşıma hem de kavramsız olma imkânını dehada bulacaktır. Sanattaki belirsiz kavramsallık deha ile gerçekleşir ve sanat bu kavramsal belirlenimden uzaklaştırıldığı takdirde güzel sanat haline kavuşur.

Deha, sanata kuralını veren yetenek veya doğa vergisidir. Yaratıcı özneye ait olmakla birlikte yine de onu aşan bir yaratım gücüdür. Deha, sanatçının doğuştan yaratıcı gücü olarak doğaya aittir ve sanatçıda mevcut bir doğal donanımdır. Bu doğuştan gelen doğal yatkınlığın sanat ve sanatsal etkinlik üzerinde bir kural olarak işlediği yerde sanatsal etkinlik dışardan herhangi bir yaptırıma, kurala, dayatmaya maruz kalmamış olarak belirlenimsiz hale gelir ve böyle bir etkinliğin ürünü Kantçı ifadeyle güzeldir.[9] Sanat yaratımında temel olan hayal gücünün önemini vurgulayan Kant, hayal gücünü yaratıcı kuralların kısıtlamasının en az söz sahibi ve özgünlüğün en geçerli olduğu alan olarak tanımlar. Dehanın özgün olmasının ana noktası da işte bu hayal gücüdür. Sanatın biçimsel bir düzenlilik açısından kurala ihtiyacı olduğunu söyleyen Kant, bu kuralın öznenin yani sanatçının yetilerinin uyumu tarafından verildiğini, güzelin kökeninin öznenin-sanatçının doğasında bulunduğunu söylemektedir. Öznenin doğası ise tasarım yetilerinin doğal bir yatkınlığı yani doğuştan gelen zihin yeteneği olarak dehaya-sanatçıya ait olan bir özelliktir. Deha, tasarım yetilerinin kendilerine özgü uyumlu bir düzenlemesini yaparak güzel sanat eserini meydana getirir.

Bu süreçte dehanın sınırsız özgür oyun içindeki zihin yetilerini, hayal gücünü sınırlayan bir şeylerin olması gerektiğine dikkat çeken Kant, sınırsızlık ve düzensizliğin olduğu yerde güzel sanat eserinin mümkün olamayacağını söyler. Hayal gücü tehlikeli bir hal alarak sanatçıda fantazyalara ve sanat eserinde düzensizliğe yol açarak sanatın tümel iletilebilirliğini[10] engelleyebilir. Bu noktada Kant beğeniyi sanatçı ve hayal gücü arasında denge sağlayan bir unsurmuş gibi araya koyacaktır. Beğeni ile birlikte artık dehanın hayal gücünün durmak bilmez hareketliliği disipline edilmeye çalışılacaktır. Ortak beğeni yargılarının oluşabilmesi açısından Kant için bu sınırı koymak mecburidir. 

Beğeni, dehanın kendisi için içsel denetleyici bir mekanizmadır. Beğeni yetisi güzel sanatın ürünlerini değerlendirmek için gerekli olan bir yetidir. Aynı zamanda dehaya da ait olan bir yeti olması bakımından sanatsal üretim sürecinde de aktif rol oynar. Güzel sanat ancak yargı gücü söz konusu olduğunda mümkündür. Hayal gücü ve anlama yetisinin özgür oyunu yargı gücünün değerlendirmesine tabidir ve yargı gücü yasasız özgürlük içinde anlamsız şeyler meydana getirebilecek olan hayal gücünü denetler. ‘’Yargı gücü, düşünücü beğeni bu yüzden dehanın disiplini ve düzelticisidir. Beğeni, dehanın etkinliğini sınırlandırır, onu düzenli ve incelikli hale getirir ve amaçlılık karakterini koruyabilmesi için dehaya kılavuzluk eder.''[11]

Sanat eserinin tinsel bir içeriğe sahip olduğundan yukarda bahsetmiştik. Eserin tinselliği ne kadar soyut olsa da neticede tinin cisimleştirilmesi için duyusal bir malzemeye de ihtiyacı vardır. Deha, esere zihin yetilerinin özgür oyununu sağlayacak tinsel içeriği verebilir ki zaten veriyor da olmalıdır. Lakin burada işin içine bizleri şaşırtacak başka bir unsur daha girmektedir. Baştan beri Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi adlı kitabında da belirttiği gibi sanat, zanaat, bilimsel ve sanatsal yaratım ve hatta deha ve bilim insanı ayrımlarına baktığımızda şunu görmekteyiz; Güzel sanat ‘yapabilmenin’ bilim ise ‘bilmenin’ alanıydı. Bilim insanı belirli kavramlara uygunluk ve önceden belirlenmiş kurallar ile hareket ederken onun bilim yapmayı öğrenmesi ve öğretmesi olanaklıydı. Dehanın ise yaratım sürecinde uyguladığı kuralları kendisi bile bilemezken bu kuralları ve eserini bir başkasına öğretmesi mümkün değilken, Kant şaşırtıcı unsur olarak akademik eğitimi dehanın bir bileşeni olarak devreye sokacaktır. Akademik eğitim veya teknik beceri, tinin cisimleştirilmesi hususunda yani duyusal malzemenin işlenebilir olmasında gerek duyulanlardır ama asla sanatın öz kaynakları değillerdir. Deha, tümel iletilebilirlik ve yargı gücünün denetimde olması için eserini öyle bir biçime kavuşturmalıdır ki izleyen bu eser karşısında tüm zihin yetilerini kullanabilsin.

Kant’ın estetiğinde dehanın güzel sanatın ortaya çıkması ve yargı gücünün söz konusu olması için temel bir noktada olduğunu ve olmazsa olmaz olduğunu gördük. Kant, beğeniyi dehanın iç denetleyicisi olarak işe katmış fakat dehanın özgünlüğünün kısıtlanmaması bakımından beğeniyi hayal gücüne tercih etmemiş, ikisi arasında doğan çekişmeyi güzel sanat eserinin yaratımda bir gereklilik olarak görmüştür. Bunun yanı sıra kitabında Newton'un yaptıklarını kıymetli gördüğünü de belirterek Newton'un öğrencisine belirli kurallar ve yollar ile bilim yapmayı öğretebileceğini ama bir sanatçı olarak dehanın güzel sanat ürününün nasıl ve hangi yollarla, hangi kuralları izleyerek yapılabileceğini öğretememesi üzerinde durmuş ve dehanın sadece bir esinlenme kaynağı olarak etkide bulunabileceğini söylemiştir. Beğeninin hayal gücüne baskın geleceği yerde, esere canlılık veren zihnin etkinlerini özgür oyun içine sokan bütün yetileri etkin kılan ilke olan tin gücünü kaybedecektir. Beğeninin eserin tümünü kapsadığı yerde belli bir mükemmellik arayışı ve mükemmelliğin dayandığı bir kavram olacak ve güzelin kavramsal belirlenimsizliği ortadan kalkacaktır. Kant’ın eleştirisi idealist mükemmellik kavramını da dışta bırakır. Çünkü mükemmellik kavramı, sanat yapıtının dayanacağı ve yapıtı kendisi ile karşılaştırabileceğimiz bir objektif ölçütü şart koşar ki, her türlü içerik ve kavramdan yoksun ve formel bir saf mükemmellik idesi tasarlamak, gerçek bir çelişkidir.[12] Tüm bunları dikkate alan Kant, dehanın sanatsal üretimdeki yeri ve önemini Yargı Gücünün Eleştirisi adlı eserinde aktarmıştır.

 

KAYNAKÇA

Altuğ, Taylan, Kant Estetiği, Payel Yayınları, İstanbul, 2007.

Cassirer, Ernest, Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi, Çev. Doğan Özlem, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2007.

Deleuze, Gılles, Kant’ın Eleştirel Felsefesi, Çev. Taylan Altuğ, Payel Yayınları, İstanbul, 1995.

Kant, Immanuel, Yargı Yetisinin Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, İstanbul, 2016.

Schaper, Eva, Beğeni, Yücelik ve Deha: Doğa ve Sanat Estetiği Çev. Ali Kaftan, Cogito, Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant, Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı 41-42 Kış, 2015. 

 


[1] Immanuel Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 116.

[2] A.g.e. s,117.

[3] Taylan Altuğ,  Kant Estetiği, Payel Yayınevi, İstanbul, 2007, s,178 -179.

[4] A.g.e s.179 -180.

[5] Akt. Altuğ,  s, 184.

[6] Ortak duyu.

[7] A.g.e, s,187.

[8]A.g.e,  s,188.

[9]A.g.e. s,190-191-192.

[10] Kant sanat eserinin her bir izleyende sensus communis olarak kavramsallaştırdığı ortak duyu, ortak duygu yaratma anlamında tümel bir algılamaya yol açması gerektiğinden bahseder. Sanat eseri bu ortak duyuyu yakalarsa eğer güzel sanat eseri olarak adlandırılabilecektir.

[11] A.g.e s,200 -201.

[12] Ernest Cassirer, Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi, çev. Doğan Özlem, İnkılap Yayınevi, İstanbul,2007, S.432.

Fotoğraflar
Videolar
Yazar Profili
Ezgi Aydın
Ezgi Aydın

8 İçerik

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu. Çeşitli film, dizi, reklam filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Felsefe Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini “Walter Benjamin’de Flaneur Kavramı” konulu tez ile tamamladıktan sonra yine aynı ana bilim dalında sanat felsefesi doktorasına devam etmektedir. Immanuel Kant, Hegel , Martin Heidegger ve Frankfurt Okulu eksenli estetik ve sanat felsefesi üzerine akademik çalışmalarına devam etmektedir.

Yazar Profil Sayfası