Kaybetmenin Değil, Yeniden Bulmanın Mevsimi: Ekim
Coğrafya sadece kader değil, kelimelerin de pusulası olabilir. Rus edebiyatının soğuğunu iliklerimizde, Latin Amerika edebiyatının sıcağını ensemizde, Avrupa edebiyatının sonbahar renklerini zihnimizde hissediyoruz. Tesadüf değil bu. Peki, Türk edebiyatı? Dört mevsimi yaşayan bir ülkenin yazarları için hava durumu satır aralarında ne kadar etkili?
Coğrafya sadece kader değil, kelimelerin de pusulası olabilir. Rus edebiyatının soğuğunu iliklerimizde, Latin Amerika edebiyatının sıcağını ensemizde, Avrupa edebiyatının sonbahar renklerini zihnimizde hissediyoruz. Tesadüf değil bu. Peki, Türk edebiyatı? Dört mevsimi yaşayan bir ülkenin yazarları için hava durumu satır aralarında ne kadar etkili?
Türk edebiyatında mevsimin yalnızca bir arka plan değil, duygunun ta kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Belki de herhangi bir rüzgâr, o gün Sait Faik’in yüzüne esmese bugüne dek gelemeyecekti bu satır:
“Ne serin, ne tuhaf rüzgârlar eserdi. Vapurlarda da çalıştığım için, rüzgârları kokularından lodos, poyraz, karayel, günbatısı diye tefrik eder, tanırdım’’ (*İpekli Mendil*)
Oğuz Atay’ın sisleri ise düşüncenin kendisi gibidir; dağılmadan önce etrafı sarar, görünmeyeni görünür kılar. Bir kentin üstüne çöken o sis, çoğu zaman bir insanın içine çöker aslında. Didem Madak’ın yağmurları da böyledir. Yalnızca gökyüzünden değil, kalpten düşer.
“Yağmur yağardı, durmadan yağmur…” (*Grapon Kağıtları*) derken, belki de yazıya hiç dur dememeyi öğretir bize.
Yaşar Kemal’in güneşi toprağı yakarken, Orhan Pamuk’un karı bir kentin belleğini örter. Belki de bu yüzden, bizde her mevsim bir hikâyeye dönüşür; her hikâye de başka bir gökyüzüne bakar.
Her yazarın içinde bir mevsim, her okurun da nerede olursa olsun özlem duyduğu bir iklim vardır. Bu ikisi örtüştüğünde, okuma eyleminin tadı, kokusu, hissi unutulmaz olur. Bazısının cümleleri kar altında, yavaş, ağır, soğukkanlıyken, bazısınınki yaz güneşi gibi aceleci, yakıcı ve ışıltılıdır. Ve kimileri de dökülmeye hazırlanan ama bir yandan da direnen yapraklar gibi yazar, Ekim gibi… Türk edebiyatında Ekim’in şiirdeki ayak izlerinden en meşhur satırları da es geçmeyelim:
“Eylül toparlandı gitti işte,
Ekim falan da gider bu gidişle.”
Turgut Uyar – *Acıyor*
“Aylardan Ekimdi, soğuktu yapraklar,
Rüzgâr belli belirsiz esiyordu.”
Edip Cansever – *Ekim Aylarında*
Bu satırlarda hava durumu, yalnızca gökyüzünün değil, ruh hâlinin de habercisi. İşte bu yüzden Türk edebiyatında mevsim, doğayı anlatmaz — insanı anlatır. İzmir ise bu edebî iklimlerin hepsini aynı anda taşır. Her İzmirlinin anlayacağı üzere, bir günde birden fazla mevsim yaşayabilen bir şehrin edebiyatla bağı, denizle ufuk çizgisi kadar kendiliğindendir.
Ekim ayını sadece sonbahardan ve kışın habercisi olmaktan kurtarıp kitapların mevsimine dönüştürmeye devam eden İzmir, bu yıl Edebiyat Festivali ile okuyucuların iç mevsimlerini keşfetmeleri için hazır!
Edebiyatın mevsimi vardır belki ama kitapların zamanı hep Ekim’dir.
Çünkü İzmirli bilir ki; sonbahar, kaybetmenin değil, yeniden bulmanın mevsimidir.