Kent ve Sanat
Nisan ayında “Kent ve Sanat” özel dosyasıyla karşınızdayız. Günseli Baki’nin konuk editör olarak hazırladığı dosya, kent ve sanat ilişkisini farklı açılardan incelemeye çalışan yazılardan oluşuyor. Nisan ayı boyunca İzmir.Art Blog’da her hafta yayınlanacak yazı, söyleşi ve kitap incelemesinden oluşan dosyaya Eren Sulamacı, Rafet Arslan, Pınar Boztepe Mutlu, Bülent Yıldız, Ali Taptık ve Zekiye Buğurcu yazılarıyla katkıda bulundu. Kent ve Sanat dosyasına dair editör yazısı...
Kent ve Sanat
“…her çağ, bir sonrakini düşlemekle kalmaz, ama düş kurarak uyanışı da zorlar.”
Pasajlar, Walter Benjamin
Yıkılan binaların oluşturduğu koca bir enkazın kent imgesi haline geldiği gerçekten zor bir zamandan geçiyoruz. “Yıkık kent” artık bir alegori olmaktan çıkıp devasa bir mezarlığa dönüştüğünde, hislerimiz gibi kelimelerimiz de yaşananlar karşısında çaresiz. Çok hızlı bir şekilde unutulan, üstü örtülen onlarca felakette, adaletin yerini bulamadığı onlarca olayda olduğu gibi ülkenin yaşadığı en büyük faciada, bugün de geçmişte olduğu gibi hayatımıza devam edebilmek için sessizliğe gömülen “güvenli” yanımızın, demokratik bir isyana dönüşmesi umuduyla geleceğe baktığımız günlerden birindeyiz. Bu yüzden nisan ayı için sevgili İzmir.Art ekibinin konuk editör olarak davet ettiği bu dosyayı “Kent ve Sanat” başlığında hazırlamak her ne kadar bilinçli bir karar olsa da, dosyaya yazmaları için davet ettiğim sanatçı arkadaşlarımın yazılarıyla aynı hislerde buluştuğumuzu görmek, sanatın toplumsal düzene karşı isyanının, direnişinin ve yol gösterici yanının altını çizebilmek ve hep birlikte ortak bir paydada buluşabilmenin ve sorular sorabilmenin terapötik bir yanının da olacağını tahmin edemezdim. Çünkü tedirginiz, gelecek için daha da kaygılıyız. Çünkü Gilles Ivain’in “Bende hiç vakit kaybetmeden intihar etme isteği uyandıran tek imgedir.” diye bahsettiği Le Corbusier’in 1924 yılında çağdaş kent master planı olarak önerdiği Villa Radieuse’da olduğu gibi beton yığını blokların hızla inşa edildiği kentlere şahitlik ettiğimiz bir zamandayız. Oysa hareket etme alanlarımızı bile belirleyen politik bir mekândır kent. İnsanların sadece bir yerden bir yere gittiği mekânlar değildir; kentler retorik alanlardır, karşılaşma yerleridir. Kent bir buluşmadır, yaşamsal bir deneyimdir, kent kültürdür, kent hafızadır, kent evdir.
Eren Sulamacı tüm bu endişelerle kaleme aldığı yazısında, kentin başladığı yerden evi anlatıyor bize. Kentteki varlığımıza ve kente dair sorular sormamıza imkân veren sanatçıların çalışmaları üzerinden gündemi sorguluyor. Sadece yapıları değil, kentlerde yaşayanların birbirleriyle olan ilişkilerine dair güncel soruları da samimiyetle bırakıyor ortaya. Toplumsal kutuplaşmaları kentler üzerinden okuyor. Sanatçıların işleri üzerinden bizi evlerin içine sokuyor, sonra sorularıyla kentlere evler üzerinden farklı bir bakış açısıyla bakmamızı sağlıyor.
Sanatçıların gözler önüne serdiği ve bizi gündeme dair düşündüren tüm sorular çoğu zaman George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki distopyanın merkezinde olduğumuzu hissettirse de, geleceğe dair ütopyalar, içinde bir umudu barındırıyor. Sanatçıların üretim pratiklerinde de etkili olan toplumsal sorunlara ilişkin ideal bir toplum kurgulayan Thomas More’un ele aldığı ütopya kavramı, toplumsal eleştirinin hayal edilen, arzulanılan mekân tasarıları üzerinden yapılmasını ve farklı bakış açıları geliştirmek için üretilen bu sanatsal tasarılar sadece gelecek için arzulananı görmeyi değil, aynı zamanda tarihsel bir uyanış için şimdinin yıkıntılarını da gözler önüne sermeyi amaçlıyordu. Bu yüzden bir distopyanın içindeymiş gibi hissettiğimiz bu zamanda, sanatçıların kent ütopyalarını dosya kapsamına almak kaçınılmazdı. Kentleri tıpkı ütopyalar gibi devasa sistemlere benzeten Rafet Arslan, kent ütopyalarını anlattığı “Bir ihtimal daha var!” yazısında, sanatsal üretimleri ütopyanın bir yansıması olan avangart sanatçılardan örneklerle, daha yaşanılır kentlere doğru yeni tahayyülleri toplumsal sistemler üzerinden ele alıyor. Bu kent ütopyalarının aslında başka bir ihtimalin varlığına işaret ederek, ideal olanın doğru zamanı beklediğinin altını çiziyor. Walter Benjamin’in Pasajlar eserinde belirttiği gibi; “Çünkü her çağ, bir sonrakini düşlemekle kalmaz, ama düş kurarak uyanışı da zorlar.”
Tıpkı kent ütopyalarında olduğu gibi kentlere dair içinde bir eleştiriyi de taşıyan ve umut ederek dönüştüren sanatçıların yol gösterici yaklaşımlarını aynı zamanda ekoloji alanında da görüyoruz. Pınar Boztepe Mutlu, “Kentler ve Ekofeminist Yaklaşımlar: Carmen Bouyer" adlı yazısında kadınların ve doğanın temel sorunlarının sebebini erkek egemen düzenin bir sonucu olarak gören ekofeminizmin sanattaki yansımasını araştırıyor. Sürdürülebilir kültürler, doğa, beden ve kentsel alanda organik bağlantılar konularına odaklanan Parisli sanatçı Carmen Bouyer ile bir söyleşi gerçekleştirilen Pınar Boztepe Mutlu, kentleri etkileyen bu ataerkil yapıya ve düzene karşı daha adil, eşitlikçi ve doğayla bütünleşmiş bir toplum düzeni idealinin ekofeminist bakış açısıyla pekiştirilebileceğinin ve sanatın da bu ideallere ulaşmak için duyarlılığı arttırdığını belirtiyor. Şiirsel yürüyüş deneyimleri, sanatçıların binalara uyguladıkları çizimler, kamusal alan performansları ile kente yapılan sanatsal müdahaleler de bu duyarlılığı arttırmak için sanatçıların uyguladıkları stratejiler olarak görülüyor.
“Çevreyle yalnızca kuşbakışına karşı direnilirse bir bağ kurulabilir; zira aşağıdakilerin, yani aylakların, yani amaçsızca gezinerek, tanımsız uzamda sürüklenenlerin hikâyesi yer seviyesinde, adımlarla başlar.” diye belirtir Merlin Coverly kitabında. Bülent Yıldız da yer seviyesinde dolaşıyor ve “Kentin ‘Aylak’ Edebiyatı” yazısında kentin edebiyatla olan ilişkisini Walter Benjamin’in Pasajlar eserindeki modern kentin ticari ilişkilerini reddeden edebi bir düşünür olarak flanör kavramı üzerinden ele alıyor. Yürüyerek, gözlemci bir aylaklıkla kentleri keşfeden bu edebi düşünürü anarken, Rafet Arslan’ın yazısında belirttiği Ece Ayhan’ın düzayak çivit badanalı kent hayaline, “büyük kent insanının eşikte olan kapkara yaşam biçimine” karşı yeraltı edebiyatının ilham veren kentlerine duyulan özlemi ekliyor.
Ali Taptık ise "Kent ve Sanat” dosyası için hazırladığı kitap incelemesinde kütüphanesini bir kasabaya, kütüphaneleri de kentlere benzeterek farklı ölçeklerde yedi sanatçı kitabını inceliyor.
Dosyanın bir başka yazısı da mikro kültürel hafıza mekânlarını İzmir ve diğer kentlerle bir ağ kurarak sanatçıları buluşturan Mahal Aura’dan. Mahal Aura, 2022 yılı projelerini görsel sanatlar, dans ve müzik alanından İzmir, İstanbul ve Hataylı sanatçılarla Hatay’ın arkeolojisini ve psikocoğrafyasını odağa alarak gerçekleştirmişti. Elbette sanat ve zanaatla deneyimledikleri Hatay’da 6 Şubat depreminin ardından sanatçıların hissettiklerini ve taşıdıkları gelecek kaygılarını bu dosya kapsamında gündeme taşımak kaçınılmazdı. Projenin koordinatörü Zekiye Buğurcu, “Hatay: Sanat ve Zaanatla Deneyimlenen Bir Kentin Ardından” yazısında sanatçıların kent deneyimlerini bugünden geleceğe taşımak, sanatçıların yaşadıkları sorunları dile getirmek için proje sanatçılarıyla görüşerek "Kent ve Sanat” dosyası için derledi.
Farklı açılardan incelemeye çalıştığımız kent ve sanat ilişkisine ve gündeme dair nisan ayı boyunca yayınlanacak olan bu dosya, umarım ideal bir gelecek hayal eden sanatçıların, şairlere ilham veren kentlerin imgeleminde bir yol bularak, zamanın hızla aktığı günümüzde bize biraz olsun umut olur.
Sevgiyle, dayanışmayla, umutla.
Günseli Baki
Bergama, Nisan 2023.