Kentler ve Ekofeminist Yaklaşımlar: Carmen Bouyer

Konuk editörlüğünü Günseli Baki’nin üstlendiği “Kent ve Sanat” dosyası için Pınar Boztepe Mutlu “Kentler ve Ekofeminist Yaklaşımlar: Carmen Bouyer" adlı çalışmasında, Parisli sanatçı Carmen Bouyer ile bir söyleşi gerçekleştiriyor; kadınların ve doğanın temel sorunlarının sebebini erkek egemen düzenin bir sonucu olarak gören ekofeminizmin sanattaki yansımasını araştırıyor.

İzmir.Art 26 Nisan 2023

Kentler ve Ekofeminist Yaklaşımlar: Carmen Bouyer 

Pınar Boztepe Mutlu 

Ekolojik duyarlılıklar, sürekli olarak aklımızın bir yerlerinde takılı kalan endişelerin yansımalarını barındırır. Her şeyden önce, zihnimizdeki gelecek tahayyüllerini yıkan bir gerçekliğin yani içinde yaşadığımız doğanın tahribatı stratejilerini görünür kılar ve tanıklık ederler. Yaşadığımız tüm yıkımın nedenlerini sorgularken biliriz ki, davranışlarımız kültürel kökenlerin derinliğiyle ve zihniyetle paralel bir biçimde ilerler. Öte yandan kültürel dinamikler doğaya yaklaşımımız konusunda yapıcı teoriler eşliğinde hümanist tavırlar tarafından yeniden yorumlanır. Mitler, arketipler ve birbirinden farklı kültürel miraslar doğanın düzenini kendi yollarıyla belirlerken ekolojik bilgeliğimiz ve anlayışımız doğanın bize öğrettikleriyle bağlantıya geçer. Sophia, yeryüzünün, Gaia'nın bilgeliğine duyarlı bir tepki ve onunla dans eden bir beden ve zihnin bilgeliğidir. “Hem Sophia hem de Gaia, dişil cinsiyetin Yunanca sözcükleridir. Bizi eski Orta Doğu, Avrupa, Çin ve Güney Asya'nın yanı sıra Amerika'nın tanrıça figürlerine bağlarlar. Dünya’nın geleneksel olarak dişil olarak tasavvur edilmiş olması, yaklaşık altı ila yedi bin yıl önce ataerkil din ve kültürün yükselişiyle ciddi anlamda başlayan, yeryüzünün gördüğü zulüm ile kadınların gördüğü zulüm arasındaki bağlantıya dair bir ipucu sağlar”. (St. John, 1987) Hümanist tavrın bu bütüncül vizyonu insanın doğayla bağlantısı ve yeryüzündeki yerimize yönelik farklı yaklaşımlara dair potansiyel barındırmaktadır. Doğa etiğine yönelik bilimsel ve disiplinlerarası yaklaşımlar feminizm ve doğanın kesişen yönlerini keşfe odaklanır. Yakın tarihe gelindiğinde, alternatif ekolojik uygulamalar ve doğa teorileri konusunda düşünme biçimleri geliştirilerek yeni paradigmalar ortaya atılmaktadır. 1970’lerin ikinci dalga feminist hareketiyle ekofeminist teorisyenler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, insanlık ve doğal dünya arasındaki tutarsızlıklarla ilişkilendirmiş ve radikal yeşil hareketini savunmuşlardır. 

Kuşkusuz, doğa ve çevre etiği üzerine ortak kaygılar aktivist bir tavrın ifadesi olarak sanatsal vizyonu doğrudan etkiler. “Yerel ve uluslararası alanda ekoloji bağlamında artan kültürel ve sanatsal faaliyetler fiziki ve online mecralarda sunulurken, karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik hassasiyetler de gözlenmeye başlanmıştır”. (Tekin, N. 2021) Sanatçılar, mevcut hiyerarşilerin ve düzenin en bariz yansımalarını görebilecekleri kentlere odaklandılar. Bu türden bir toplumsal mücadelenin kamusal alandaki formunda, sosyo-ekolojik sürdürülebilirlik gözlem ve analizlerine dahil oldular. Ataerkil yapılanmanın kentsel alanı ve kent kültürünü nasıl etkilediğini yansıtmaya yönelik faaliyetlerde bulundular. Ekofeminizmin insan ve doğa arasında kurduğu denge ve bağ, kentlerdeki sosyal ve çevresel ilişkilerin dâhil olmasıyla bütüncül bir yaklaşıma zemin hazırlar.

Ekofeminist duyarlılık, kentlerin sanat vizyonuyla bir gelecek yaratması ideallerini pekiştirirken, sürdürülebilir kültürlere ve kaygısız dönüşümlere olanak sağlamaktadır. Adil, eşitlikçi, doğanın zenginliğiyle ve paylaşımıyla artan bir duyarlılık, toplumlara ilham verirken daha iyisine teşvik ediyor. Klişelere meydan okuyan radikal adımlar, sürdürülebilir bir yaşamı mümkün kılıyor.

Carmen Bouyer 1988,doğumlu Parisli bir sanatçı.  2010-2011 yılları arasında New York Parsons School of Design ve Eugene Lang College of Liberal Arts okullarında “Çevre Çalışmaları” Programı’nı tamamladı. 2012 yılında Paris'te l'École Nationale Supérieure des Arts Décoratifs Okulu’nda Tasarım Yüksek Lisansını tamamladı. 2014 yılında PORTIZMIR3 Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali'nde “Yaban Bostan” projesini sergiledi. Bu deneyiminin çevre tasarımcısı kimliğini farklı boyuta taşıdığını belirten sanatçı, insan-doğa-çevre odağıyla feminist anlayışı temsil eden sanatsal pratikler gerçekleştirdi. Geçtiğimiz Şubat ayında İzmir’e gelen Fransız Sanatçı Carmen Bouyer, sanatsal çalışmalarında sürdürülebilir kültürler, doğa, beden ve kentsel alanda organik bağlantılar konularına odaklanmaktadır. Carmen ile yaptığımız söyleşide kentsel alan ve estetik stratejilerini, ekofeminist sanatın estetik boyutlarını ve kentlerde sürdürülebilir kültür çerçevesinde sanatsal ifadeyi konuştuk. Carmen Bouyer, ekofeminist entelektüel derinliğini, yaratıcı faaliyetleriyle ve kentlerle adaptasyon süreciyle ele alıyor ve bunu doğa ile bütünleşmemizin bir derin uyanışı olarak ifade ediyor. Şiirsel yürüyüş deneyimleri, sokaklar ve binalara uyguladığı çizimler, doğanın uyanışının ve baharın gelişini kutlayan ritüeller ve kent-yerel halk etkileşimini yansıttığı performans ve yerleştirmeler son derece önemli olan bu derin doğa arzusunu temsil ediyor. Köklerimizi ve bugünün dünyasını etkileşime geçirerek zamanımızın en önemli meselelerini ele alıyor. Ataerkil bir kültürün yapılanmasının kentlerdeki yansımalarını ve beklentilerini sanatsal dilin olanaklarıyla dile getirerek doğaya ve dişilliğe hükmetmenin sonuçlarına ve kaygılarına odaklanıyor. Bu türden bir fikir birliğinin potansiyellerinin yaşadığımız dönemin en büyük krizlerinden birinin doğal dünyadan yola çıkarak kendiliğinden gelişen bir aidiyet durumuyla ilişkilendiriyor.Sanatçı, aynı zamanda Maquis Projects iş birliğiyle gerçekleştirdiği “Spring Gathering” adlı projesinden ve yakın zamanda gerçekleşecek sergisinden bahsetti.

‘Spring Gathering’ Etkinliği, Carmen Bouyer, Mart 2023. Fotoğraf: Nezaket Tekin

 

Pınar Boztepe Mutlu: Carmen, 26 Mart Pazar günü Maquis Projects’te bir bahar buluşması etkinliğini oldu. Etkinliğin kapsamından ve Maquis Projects ile çalışmalarından biraz bahseder misin?

Carmen Bouyer: Aslında onlarla 2014 yılında Portİzmir’de tanışma şansım oldu ve o tarihten sonra birkaç defa farklı “residence” çalışmaları için ziyarete geldim. İş birliğimizin odağı her zaman bitkiler olmuştur. Ben genel anlamda çiftçi olmakla toplayıcı olmak arasındaki kültürel farkla ilgileniyorum. Çok eski çağlarda hatta vahşi zamanlarda olduğu gibi toplayarak ama çiftçilik yapmadan. Dünyanın başlangıcıyla başlayan bir çiftçilik serüveni. Maquis Projects ile birlikte sekiz yıldır bu temaları araştırıyorum. Bu sefer ki gelişimde niyetim daha çok feminizme yönelmekti ve tarım öncesi tarihlerdeki gibi feminen mitolojileri ve figürleri öne çıkarmak istedim. Bu konudaki yapılan araştırmaları, tarıma nasıl hükmedildiğini Neolitik dönemlerdeki gibi aynı döngüyü nasıl yaşadığımızı araştırıyorum. Bunu düşünmek çok çılgınca gelebilir ancak o dönemi yaşıyoruz. O dönemde şehirler yavaş yavaş kurulmaya başlandı, insan yapımı ve doğadan ayrı; çok ilginç bir bağlantı ve bu türden tarihsel geçişleri seviyorum. Maquis Project ile birlikte o ataerkilliği ve diğer ögeleri daha derin işlemek istedim. Bir referans araştırması yaptım. Elbette kimler ve neler olduğunu hayal etmek için elimizde fazla kanıt yok; ama kültürde o kadar çok anaerkil yapılanma var ki bunlar bize ipuçları sağlayabilir diye düşündüm. Yeryüzünün bir yeri hakkında fikrimiz olabilir ama bunlar bir sanatçı olarak söylemek istediklerim. Ben bir bilim insanı değilim, ancak olabileceğini özgürce hayal edebiliyorum, buna dayalı düşünme noktaları tasarlayabiliyorum. Bu konudaki gerçek veriler konusunda gerçekten çok hassas davransam da tasarım konusunda hayal gücü belirleyici olabiliyor.

 

‘Spring Gathering’ Etkinliği, Carmen Bouyer, Mart 2023. Fotoğraf: Nezaket Tekin

 

P.B. Türkiye’de kaldığın süre boyunca bunu nasıl gözlemledin?

C.B. İzmir’e vardığım ilk hafta büyük deprem meydana geldi. Yaşanan bu büyük felaketle bu fikri daha çok sorguladım. Doğa, sevgi dolu olabildiği gibi gizli yönleri de var. Bahsettiğim bu düşünceyle doğrudan bağlantılı. Beni yaşamın ikiliği olmadığı gerçeğine doğru sürüklüyor. Yıkım var, yeniden oluşum var, yaşam ve ölüm var. İçinde yaşadığımız doğa böyle. Maquis Projects ile birlikte Türkiye’de depremden etkilenen insanlar için yardım olacak şekilde bir eser satışı organize ettik. Tüm proje dönüştü. Galerilerde ayrışmayan, gerçekten toplum temelli, koruma ve kutlama temelli sanatın, benimsediğim anaerkil sanat biçimi olduğunu düşünüyorum. 

P.B. Ekofeminist yaklaşımın disiplinlerarası vizyonuyla devam edebiliriz. Sanatçılar, kentsel tasarımcılar, bilim insanları ya da yerel halkın birlikte yürüttüğü sanatsal pratikler mevcut. Kendi performanslarını ya da sanatsal müdahalelerini gerçekleştirirken sürece dâhil oluyorsun. Örneğin sanat küratörü ve destekçisi olduğun “Nature of Cities” oluşumundan bahsedebilir misin? 

C.B. Sanata duyarlı insanlarla iç içe oluyorum ve zamanla o kısımdan uzaklaşıp başka insanlarla da temas kuruyorum. Yaklaşık altı yıldır da “Nature of Cities” olarak adlandırılan bir ağ için çalışıyorum. Bu aslında az önce bahsettiğimiz tüm bu uygulayıcıların dâhil olduğu ağ. Bilim insanları, sanatçılar, şehir planlamacıları gibi mesleklerden insanlarla multidisipliner çalışmalar gerçekleştiriliyor. Ve bağlantılar kurabilmemiz için özel olarak tasarlanmış bir oluşum. Bu organizasyon sayesinde pek çok alandan insanla irtibat haline olabiliyorum. New York merkezli, 2012 yılında Dr. David Maddox tarafından kurulan bir organizasyon. Kendisi çok yönlü bir bilim insanı, ekolojist, aynı zamanda müzisyen, bir tür performans sanatçısı diyebiliriz. Hem bilim hem de sanata ulaşmayı hedefleyen bir organizasyon oluşturmaya karar verdi. Ayrıca kent planlaması ile ilgilenen ve kentleri kapsayan tüm düşünme biçimlerine ve alanlara açık bir oluşum. Çevrim içi ve uluslararası bir platform ve dünyanın birçok şehrinde aktif olarak çalışmalarına devam ediyor. Konuya ilişkin yazılarımız, sohbetlerimiz ve sanatsal etkinliklerimiz düzenli olarak paylaşılıyor. İki yılda bir de bir festival düzenliyoruz. Ben organizasyonun sanat editörlerinden ve küratörlerinden biriyim. Bu organizasyonla birlikte transdisipliner bir vizyonun bu şekilde çok iyi yönetilebileceğini öğrendim ve böylelikle kentleri özellikle sürdürülebilirlik açısından yeniden düşünmeye teşvik etti. Benim ülkemde insanların çoğu kentlerde yaşıyor ve verdiğimiz kararların geleceği nasıl belirlediğinin bilincinde olmak istiyor. Politik ve ekonomik güçler de gösteriyor ki birlikte çalışmak gibi büyük bir sorumluluğumuz var. Habitatı düşünmek ve nasıl daha iyi yaşanılabilir ve daha fazla “yeşil” alanı nasıl bırakabiliriz gibi mücadeleler hem insan hem de insan dışı varlıkları koruyabilmek adına çok önemli.

P.B. Ekofeminist yaklaşıma gelecek olursak, senin seçtiğin ya da hepimizin ihtiyacı olan ekofeminist geçişler için nasıl bir sanatsal anlayış izliyorsun? Yani aslında, ekofeminizmi sanatınıza nasıl dâhil ediyorsun, bahseder misin? 

C.B. Ekolojik sanata ilk başladığımda bununla ilgili kavramsal bir çerçeveye sahip değildim. İçgüdülerimle yapıyordum, tabii ki etki alanı içindeydim, belki okuldan ya da okuduğum referans aldığım kitaplardan… Sonra yavaş yavaş fark ettim ki doğal döngü içinde bir kadın olarak bedenimi tanımak ya da bir kadın olarak kendi ekolojimi tanımak beni yönlendirdi. Bir varlık anlayışı ve yeryüzüne duyduğum saygıyı vurgulamak ve bunları uygulamak istediğim o kadar açık ki. Her şeyden önce kendimize saygı bunu gerektiriyor ve böylece bu ekofeminist yaklaşım benim için çok belirgin hale geldi, ayrıca sürdürülebilirlik gibi alanlarda çalışan diğer kadınlarla birlikte daha çok güçlendim, kadınlar olarak söyleyecek özel bir şeyimiz olduğunu hissettim ve bunu daha da güçlendirebileceğimiz potansiyelini keşfettim. Böylece kadın çemberi oluşturmaya başladım, temelde birbirimize yardımcı olabiliriz. Sonra okuma ve felsefe kısmıyla daha çok ilgilendim. Kadının otoritesi nasıl tarihsel olarak sözde tabiatın otoritesiyle kesişti. Bunları araştırdım. Sanırım ekstraktivizm öncesi bir zaman vardı. Orta Çağ’dan veya Rönesans feminen değerlerinden önce, herkesin feminen yanları olduğunu paylaşılır… Nitelikler tarihsel olarak feminen ile ilişkilendirilmiştir: şefkatli, yumuşak, besleyici, kibar… Ve ayrıca vahşi, içgüdüsel, dengesiz, garip bir biçimde bu tür nitelikler zamanla bastırılmış, değersizleştirilmiştir. Bugün iktidar olarak bildiğimiz yapının nasıl kurulduğunu anlamaya çalışmak ve feminen gücümüzü yeniden ele almak, erkek özdeşleşmesi ve kadın özdeşleşmesi gibi değerler önemli bir ipucu olabilir. Aksiyona dayalı bir sanat icra ederken doğal dünyayla ve yerel halkla etkileşime geçmek ve bu değerleri paylaşmak sanatsal duyarlılığımı besliyor.

7 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında Carmen Bouyer, Maquis Projects ve farklı ülkelerden sanatçılar tarafından desteklenen “Sebil” adlı yardım amaçlı sergi Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşecektir.

Kaynakça

Donal, St John. (1987), Ecofeminism: Our Roots and Flovering, by Charlene Spretnak, A publication of The Institute for Ecosophical Studies. http://home.moravian.edu/public/relig/ecoSpirit/issues/Vol3No2.pdf Tekin, Nezaket (2021), ‘Ecofeminist Dicourse and Eco Art’, www.oapub.org/lit.

 

 

PINAR BOZTEPE MUTLU 

1981'de İzmir’de doğdu. 2010 yılında Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Bölümünde Yüksek Lisans eğitimine başladı ve 2014 yılında '1945 Sonrası Japon Fotoğrafçılığını Etkileyen Faktörler' başlıklı tezini tamamladı. 2020 yılında aynı üniversitenin Sanat ve Tasarım Bölümü Sanatta Yeterlik Programı’ndan ‘Kavramsal Fotoğrafta Yüzey Araştırmaları ve Kültürel Coğrafyalar’ adlı teziyle mezun oldu. 2019 yılında İngiltere Londra merkezli Westminister University Photography (MA) Departmanı’nda sekiz ay süreli değişim programını tamamladı. Tezi kapsamında Londra’da ‘Home’ adlı kişisel sergisini açtı. Birçok ulusal ve uluslararası karma ve grup sergisine katıldı. 2013 yılında başladığı Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümünde Dr. Öğr. Üyesi olarak görev yapmakta, akademik ve sanatsal çalışmalarına devam etmektedir.

Fotoğraflar
Videolar