'Korkuyu bir güvence enstrümanı sanıyoruz'

Mine Söğüt, son romanı 'Başkalarının Tanrısı'nda sistemin dışına itilen, sokakta yaşayan insanları anlatıyor. Tanrı fikrinin, insanın tüm çıkmazlarına sindiğini ve bu yüzden de günümüz insanının, bir güvence enstrümanı olarak korkuya sarıldığını savunan Söğüt'le Can Yayınları tarafından yayımlanan son romanı 'Başkalarının Tanrısı'nı konuştuk.

İzmir.Art 18 Mayıs 2022

Mine Söğüt, son romanı 'Başkalarının Tanrısı'nda sistemin dışına itilen, sokakta yaşayan insanları anlatıyor. Tanrı fikrinin, insanın tüm çıkmazlarına sindiğini ve bu yüzden de günümüz insanının, bir güvence enstrümanı olarak korkuya sarıldığını savunan Söğüt'le Can Yayınları tarafından yayımlanan son romanı 'Başkalarının Tanrısı'nı konuştuk.

Kitaba verdiğiniz “Başkalarının Tanrısı” ismini biraz açmak istiyorum. Özellikle tanrı-insan ilişkisi ve bunun toplumsal yaşama etkileri yönünden. Burada tartışmaya açmaya çalıştığınız meseleyi aktarabilir misiniz?

Tanrı fikri, insanın kendi varlığını anlamlandırma çabasından ortaya çıkan bir arayışla belirir. O yüzden insanın tüm başarısızlıklarını, zaaflarını, korkularını, çıkmazlarını, paradokslarını içinde barındırır. İnsanlık tarihini inanç tarihine paralel bir şemada okuduğunuz zaman insanın varlığıyla ilgili tüm çıkmazlarını çok net görürsünüz. Kendi yarattığı tanrıdan korkan insanla kendi yarattığı dünyada mutsuz olan insan aynı insandır. Bu romanda ve hatta bu hayatta tartışmaya açmak istediğim temel mesele de tam budur. 

 

'HAYATIMIZI YALANLAR ÜZERİNE KURUYORUZ'

 

Sokakta yaşamayı tercih eden şair Musa ve bu serüvende tanıştığı Efsun, Adnan Abi, Hülya ve diğerleri... Musa'nın görece konforlu alanından çıkıp, sokaktakilerle yeni bir yaşam kurma çabası... Seçtiğimizi, dahası bize ait olduğunu sandığımız hayatlarımızı sorguladığımızda emin olduğumuz pek çok şeyin bize ait olmadığını, bize dayatıldığını görüyoruz...

Aslında bu bir romanda değil aynaya baktığımızda anında gördüğümüz bir gerçek. Ama biz hayatımızı gerçekler değil yalanlar üzerine kurmayı seçen bir türüz. Bakın hayaller demiyorum. Çünkü hayaller içinde istekleri barındırır. Biz isteklerimizden bile korkuyoruz. Her şeyden korkuyoruz. Ve korkuyu bir güvence enstrümanı sanıyoruz.

Romanınızda var olanı terk edip yeni bir hikayeye yüzünü çeviren insanları anlatıyorsunuz. Ev, aile, kariyer gibi insanları kuşatan ve bunlar olmadan bir “hiç” olacağımızı dayatan bir sistem var.  Üstelik hayatla kurduğumuz bağlarımızın “vergisini” her şeyimizle ödüyoruz. Bizi kuşatanlara olan bağımlılığımızı nasıl bozarız?

Ahlakımızı sorgulayarak. Değerlerimizi masaya yatırarak. İnandıklarımızı gözden geçirerek. Tabulardan kuşku duyarak. İsteklerimizin gerçekten istediğimiz şeylere hizmet edip etmediğiyle en sert biçimde yüzleşerek. Tüketim alışkanlıklarımızı baştan sona değiştirerek. Yani çok zor bozarız. Yani bozamayız.

 

Kitabınızda seslendiğiniz taraf daha çok orta sınıf gibi. Türkiye'nin son ekonomik verilerine baktığımızda krizlerin merkezinde orta sınıfı görüyoruz. Daha önce başta ekonomik olmak üzere sosyal, siyasal krizlerden çok da etkilenmeyen bu sınıf, bugün her türlü krizin ortasında. Yoksulluğun, işsizliğin orta sınıf içinde hızla yayıldığı korkunç bir dönem yaşanıyor. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?

Benim de dahil olduğum orta sınıf en tehlikeli sınıftır. Hem her an sınıf atlayacakmış gibi, hem de her an bir aşağı sınıfa düşebilecekmiş gibi yaşar. Alt sınıf gibi güçlü istekleri ve hırsları olmaması ve üst sınıf gibi güvenli bir olgunluk taşımaması onu hem diğerlerinden daha korkak hem de güvenilmez yapar.  Orta sınıfın mazbut görünümünün altında sinsi bir statükoculuk vardır. Kendi konumunu sağlamlaştırmak için her türlü politik oyuna uysallıkla eşlik edebilir. O yüzden güvenilmezdir. Politikacılar da orta sınıfın bu güvenilmezliğine güvenir. Mevcut iktidara yıllarca paye veren orta sınıf şu an yaşadığı buğran yüzünden muhtemelen iktidara artık sırtını dönecek.  Ama bence yapacağı yeni tercihlere de fazla güvenmemek lazım.

 

 

“Ahlak belanızı versin” atölyelerinde de ahlak kodlarının, başımıza gelenleri sorgulamamızı nasıl engellediğini katılımcılarla sorguluyorsunuz. Bu çabadan da bahsetmenizi isterim.

Neden sonuç ilişkilerini kurarken, size verilen şablonların dışına çıktığınız anda gerçeğin tek bir şey olamayacağını görürsünüz. Bu atölyelerde biz bu çoklu gerçeklikten bakarak oluşturacağımız değerlerin katı bir yargıya dönüşmesini nasıl önleyebileceğimizi deneyimliyoruz. Meseleler arasında kurmadığımız ya da yanlış kurduğumuz bağların bedelinin sandığımızdan çok daha ağır olduğuyla yüzleşiyoruz.

 

'SAKİN BİR VAR OLUŞ MODELİ ARAYABİLİRİZ'

 

Sığınılan eski binanın yıkıldığını görüyoruz. Bu metafordan yola çıkarak, şimdilerde yeni/eski tartışmalarına da baktığımızda, toplumun pek çok kesiminin sorguladığını görüyoruz. Peki 'yeni' nasıl kurulmalı?

Belki de hiç kurulmamalıdır. “Kurmak”tan başka bir fiilin peşine düşmemiz gerekiyor olabilir. Belki hep kurduğumuz ve yıktığımız ve yeniden kurduğumuz ve yeniden yıktığımız bu korkunç döngüden artık çıkmamız ve kurmadan dolayısıyla yıkmadan daha sakin bir varoluş modeli aramamız gerekiyor.

 

Son olarak roman, deneme, tiyatro gibi farklı alanlardan üreten bir yazarsınız. Yazı mutfağınızda şu sıralar neler yapıyorsunuz?

Çocuklar için bir roman ve bir kaç tiyatro oyunu üzerinde çalışıyorum ve Ahlak Belanızı Versin atölyeleri yapmaya devam ediyorum. 

 

BAŞKALARININ TANRISI

Mine Söğüt Can Yayınları, 2022

Tür: Roman

160 s.

İzmirArt-Sevda Aydın

 

 

 

 

 

Fotoğraflar
Videolar