Mümkün Bir Dünyayı Aralamak: Kara Orman Papazı ya da Van Gogh’un Postalları (II)

Yazımızın ilk bölümünde Alman filozof Heidegger’in Platon’dan beri süre gelen geleneksel metafiziğe getirdiği eleştirilere değinmiştik. Heidegger, varlığın gizinin açığa çıkmasını sağlayan patikalardan biri olarak sanatı ele alır ve sanatın nasıl bir rol oynadığından bahseder. Yazımızın ikinci bölümünde ise Heidegger’in ‘‘Sanat Eserinin Kökeni’’ adlı eserinde üzeri örtülen hakikatin Van Gogh’un ‘‘Bir Çift Ayakkabı’’ adlı eseri bağlamında nasıl yorumladığını ele almaya çalıştık. Kaldığımız yerden devam edecek olursak eğer Şeyliği düşünme tarzları var olanla, her karşılaştığımızda var olanın varlığı üzerine düşünmeyi engellemektedir.

Ezgi Aydın 7 Haziran 2024

Bu düşünme alışkanlığından sıyrılmalı ve var olanın varlığına yüzümüzü çevirmeliyiz ve tek bir şey seçmeli, bu şeyin özünün ne olduğu üzerine odaklanmalıyızdır. Heidegger, bunun için insan yapımı olmakla araç ile ortak bir yönü bulunan fakat aynı zamanda eserin kendinde bulundurduğu mevcudiyetiyle salt şeye benzemesinden dolayı, Van Gogh’un ‘‘Bir Çift Ayakkabı’’ tablosunu seçer. Ayakkabıların hangi malzemeden yapıldıklarını betimlemek onları madde ve biçim olarak tanımlamaktır. Onların ne için yapıldıklarını sormak ise bir insan yapımı olmak bakımından araç olan ayakkabıların kullanım değerine yani araçsallıklarına yönelen bir bakıştır. Ayakkabıları kullanımları içinde aramalıyızdır.[1]

Heidegger, daha önceden insanın kullanım hizmetinde olan var olanların, Dasein’in bu var olanlarla meşguliyeti içinde bu şeylerin varlıklarının örtülü kaldığını, Dasein’in var olanların varlıkları üzerine düşünmediğini aktarmıştı. Bu bakımdan Heidegger için ayakkabıların hem kullanımları içinde aranması hem de var olanın varlığının ıskalanmaması adına bunu bir sanat eserinin karşısına geçerek, onu izlemek ve üzerine düşünmek önemli görünmektedir. Karşılaştığımız bu durum ya da Heidegger’in bize sunduğu bu düşünme tarzı, onun felsefesinde varlık nedir, var olmak ne demektir sorularını yanıtlamaya çalışırken yabancı olmadığımız bir düşünme tarzıdır. Yapılması gereken var olana dönmek ve onun varlığı üzerine düşünmektir. Heidegger’in bize sunduğu yol, var olanın varlığının ve üzeri örtülü olan hakikatin ortaya çıkması için yeni bir yoldur. Bunu yaparken Heidegger, tüm estetik kaygılardan uzak özne-nesne ayrımına dayanan geleneksel anlayıştan uzak kalarak sanat eserini kendi temel sorularını cevaplarken kullanacaktır. Heidegger’in sanatla olan meşguliyetinin temel teşkil eden noktalarına dair genel bir çerçeve çizdikten sonra Van Gogh’un ayakkabılarına ve Van Gogh’un ayakkabılarının Heidegger için ne ifade ettiğine geçebiliriz.

Bir Çift Ayakkabı
Vincent Van Gong (1853 1890) 19. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan post empresyonist akımın içinde yer alan ressamdır. Heidegger’in onun Bir Çift Ayakkabı resmi üzerinden sanat aracılığıyla varlığın hakikatinin ortaya çıkışını ele alması ile eseri sanat dünyasının sınırlarından çıkarmış ve felsefe alanına da taşımıştır. Heidegger bu eser üzerine konuşurken geleneksel estetik anlayıştan uzak olmakla birlikte Platon’dan başlayan, Kant ve sonrasına kadar devam eden güzel ve estetik üzerine yapılan düşünümlerin eleştirisi temelinde bir yol izlemiştir. Geleneksel metafiziğin izlerini taşıyan estetik bakış açısı ile sanata yaklaşmak Heidegger için varlığın unutuluşunun sebeplerinden biriydi ve hiç kuşkusuz Heidegger’in de sorunu estetik açıdan bir sanat eleştirisi yapmak değildi. Onun sorunu Van Gogh’un eserinde hakikatin nasıl ortaya çıktığıydı.

                                  Van Gogh, ‘‘Bir Çift Ayakkabı’’, 1886

Biz giydiğimiz bir çift ayakkabıya baktığımızda sadece onlara bakmış olmayız. Çünkü dikkatimizi bu bir çift ayakkabıya vermek bakışımızı saptıracaktır. Giydiğimiz ayakkabıları genellikle fark etmeyiz. Heidegger, bu resimden yola çıkarak bizlerin ayakkabıları şu şekilde gördüğümüzü söyler: Onların hem dünya ile olan ilişkilerini insana ait ürün ve eylemlerin dünyası hem de yeryüzüyle ilişkilerini görürüz. Dünyayı sırtlayan doğal zemin. Bu hem sıradan kullanıcının hem de form-madde kuramının gözünden kaçmıştır. Ayakkabı sahibi onlara öyle aşinadır ki yalnızca yürümek için var olduklarını düşünür. Form-madde kuramında ise ayakkabılar sonradan form kazandırılmış maddedirler. Tüm bu bakışların göremedikleri aslında Van Gogh’un eserinde görünür hale gelir.[2] Peki, eserde görünür hale gelen nedir? Heidegger ise bunu şu sözleriyle ifade etmiştir: ‘‘Ayakkabıların yıpranmışlığında çalışanın meşakkatli ayak basışı dik dik bakmaktadır. Ayakkabıların katı dayanaklı ağırlığında sert bir rüzgârın süpürdüğü tarlada ötelere uzanıp giden hep aynı saban izleri boyunca köylü kadının yorgun yürüyüşünün birikmiş sabrı vardır. Deri üzerinde toprağın rutubeti ve bereketi durur. Ayakkabılarda yeryüzünün sessiz çağrısı durur. Ekmeğin selamati direnen ihtiyacı bir kez daha gidermenin sessiz sevinci, eli kulağında bir doğum öncesi endişesi, çevreyi saran ölüm tehdidi karşısındaki titreme bütün bunlara ilişkin şikâyet edilmeyen bir kaygı bu ayakkabılara sinmiştir. Bu ayakkabılar yeryüzüne aittir ve köylü kadının dünyasında korunmuştur.’’[3]

Gördüğümüz gibi Heidegger, bu eseri ne estetik açıdan ne de eserde resmedilen ayakkabıları birer kullanım değerine sahip olması bakımından bir araç olarak değerlendirmiştir. Burada ayakkabılar estetik ve araçsallığın sınırlandırdığı perspektifin dışına taşarak çok daha fazlasını açığa çıkarmaktadır. Bir çift ayakkabıda esas olarak varoluş halinde olan bir Dasein’ın varoluş koşullarından bazıları açığa kavuşmuştur. Heidegger’in bu resmi yorumlamasına gelen eleştiriler mevcuttur.[4] Van Gogh’un hayat hikâyesini ve bu ayakkabıların onun hayatındaki yeri ve önemi hakkındaki arkadaşları tarafından anlatılanlar kimse tarafından net olarak bilinmese bile resmi izleyen bir izleyen en başta bu ayakkabıların Heidegger tarafından neden kadın ayakkabısı ve bir köylü ayakkabısı olarak yorumlandığına şaşırabilir. Aslında resimdeki ayakkabılar ne alışık olduğumuz türden bir kadın ayakkabısı ne de bir köylü ayakkabısıdır. Heidegger’in burada yapmak istediği başka bir şey var gibidir. O herhangi bir sanat eserine bakışımızı belirlenmiş, çeşitli sanat akımları ile sınırlandırılmış değerlendirme ölçütlerinin ötesinde bir yaklaşımla yönelmemizi ister görünmektedir. Şüphesiz resimde olan şey birebir -hatta kısmen- Heidegger’in bize anlattıkları değildir ya da belki de öyledir. Van Gogh’un resmettiği eser ressam tarafından başka bir düşünüm ile çizilmiş de olabilir. Eseri izleyen ne kadar göz varsa o kadar da eser hakkında yorum yapılabilir denebilir. Fakat Heidegger’in demek istediği bir çift ayakkabıdaki eser aracılığı ile açığa çıkagelen hakikati görmenin önemidir. Heidegger bu okuması ile sanat yapıtının onu diğer şey özelliği taşıyan nesnelerden farklı olan yanını göstermiştir. 

Etrafımızdaki nesnelerle kurduğumuz, sıradanlaşan ilişki onların özelliklerinin göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Bu noktada sanat yapıtı devreye girerek ilişki halinde olduğumuz diğer var olanların dünyasını açıyor, gündelik hayatımızda bizler için sıradan halde el altında bulunanlar, sanat aracılığıyla açığa çıkıyor ve sorgulanmaya başlıyor. Bir çift ayakkabının açmış olduğu açıklık, bu eseri izleyenlere farklı dünyalar açacaktır. Hakikatin bir taraftan kendini açması fakat aynı zamanda da bir tarafının örtülü kalması durumu işte bu eseri izleyen farklı gözlerin her birinin neden aynı dünyayı değil de farklı dünyaları açığa çıkardığının bir göstergesi olabilir. Eserin açtığı dünya Heidegger için köylü kadının yorgun ve sürekli mücadele içinde geçen yaşamıdır. Bir çift ayakkabının açtığı bu dünya hakikatin olagelmesidir. 

Görünür Olanın Görünür Kılınması
Yarattığı açıklıkla dünya kuran, hakikatin ortaya çıkmasının imkânını veren sanat, varlığın görünür olmasını sağlamaktadır. Bu bakış açısıyla Heidegger’in sanat aracılığıyla yapmaya çalıştığı üzeri örtülü olan hakikatin eserde nasıl olageldiğini göstermektir. Heidegger’in ne demek istediğini anlamak için sanatın somut verilerinin üzerine konuşmak onu daha anlaşılır kılmakla birlikte özellikle Van Gogh’un Bir Çift Ayakkabı tablosu hakkında yaptığı yorum kafaları karıştırabilir. Bu kafa karışıklığını önlemek için Heidegger’in meselesinin estetik değil sadece varlık mefhumu olduğunu bilmek önemlidir. Bu doğrultuda onun yaptığı gibi esere, sanata yaklaşmak bizlere farklı mümkün dünyalar açabilmektedir. Açılan, herkes için aynı dünya değildir. Hakikat her bakışla birlikte farklı bir yönünü aydınlığa, açığa getirmiş ve getirecektir. Yani elimizde herkes için geçerli olan tek bir hakikat yok gibi görünmektedir. Eserde olagelen hakikatlerin çokluğu ancak aynı anda tümünün ışıması ile varlığı bütünüyle açacağından dolayı eserle birlikte Heidegger’in izini sürdüğü varlığa ulaşmak mümkün görünmemektedir. Gözden kaçırılmaması gereken şey yeryüzü üzerine kurduğumuz dünyanın farklılıklarının bilincinde olmak ve bu farklılıklar ile birlikte mümkün bir dünyanın kapılarını aralamak olmalıdır.

KAYNAKÇA

Altuğ Taylan, Son Bakışta Sanat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.

Bolt Barbara, Yeni Bir Bakışla Heidegger, Çev, Murat Özbank, Kolektif Kitap, İstanbul, 2012.

Bozkurt Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, 1995, İstanbul.

İnwood Micheal, Heidegger: A Very Short Introduction, by Oxford University Press Inc.,New York, United States, 1997.

Heidegger Martin,  The Origin Of The Work Of Art, içinde, Off the Beaten Track, Çev: Julıan Young , Kenneth Haynes ,Cambridge University Press, UK, 2002.

Young Julian, Heidegger's Philosophy of Art, Cambrıdge Unıversıty Press, United Kingdom, 2001.


[1] Taylan Altuğ, Son Bakışta Sanat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s,144-145-146.

[2] Micheal İnwood, Heidegger: A Very Short Introduction, by Oxford University Press Inc., New York, United States, 1997, s, 117-118.

[3] Martin Heidegger , The Origin Of The Work Of Art,  s,33.

[4] Bu konu hakkında bilgi edinmek için Schapiro Meyer Theory and Philosophy of art, style, artist and society çalışmasına bakılabilir.

Fotoğraflar
Videolar
Yazar Profili
Ezgi Aydın
Ezgi Aydın

8 İçerik

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu. Çeşitli film, dizi, reklam filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Felsefe Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini “Walter Benjamin’de Flaneur Kavramı” konulu tez ile tamamladıktan sonra yine aynı ana bilim dalında sanat felsefesi doktorasına devam etmektedir. Immanuel Kant, Hegel , Martin Heidegger ve Frankfurt Okulu eksenli estetik ve sanat felsefesi üzerine akademik çalışmalarına devam etmektedir.

Yazar Profil Sayfası