Nazan Kesal’ın Sanat Yolculuğu

Tiyatro, dizi ve film oyuncusu Nazan Kesal’la, sanat hayatını konuştuk. Öğrencilik yıllarını İzmir’de geçiren başarılı oyuncu, şimdilerde UrlaDam’da oyunculuk üzerine atölyeler düzenliyor. Nazan Kesal röportajı İzmir.Art Blog’ta!

İzmir.Art 25 Eylül 2023

Fotoğraf: Fatih Bilginİzmir.Art: Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi mezunusunuz. Öğrencilik hayatını İzmir’de geçirmiş biri olarak, İzmir’in son dönemlerde değişen ve gelişen sanat hayatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nazan Kesal: Dokuz eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Tiyatro Oyunculuk Bölümü mezunuyum. Özdemir Nutku ve Hülya Nutku gibi iki değerli ismin öğrencisiydim. Böyle bir okuldan mezun olduğum için ve Ege’li olduğum için çok şanslıyım. Güzel Sanatlardan mezun olan birçok arkadaşım, İzmir’de öğrendiği şeyleri uygulayacağı ve üzerine pratik yapabileceği bir sektör bulamadığı için o yıllarda soluğu İstanbul’da alırdı. Ben de mezun olur olmaz, İstanbul’a gidenlerdenim. Aradan çok uzun yıllar geçti, yaş aldık, deneyimlendik. Ve beni büyüten bu şehre tekrar geri dönüp, artı değer yaratmak, ona katkıda bulunmak istedim. Açıkçası bu, benim için çok büyük bir mutluluk. İzmir’de aradan geçen yıllarda eminim İzmirli birçok sanatsever bir şeylerle karşı karşıya kaldılar. İyi sanat yapıtlarıyla, İstanbul’dan giden turne oyunlarıyla, konserlerle… Çünkü İzmir’de bunu isteyen bir kitle var. Sonuçta bu bir arz talep meselesidir. Ben biliyorum ki İzmirli sanatseverler nitelikli, iyi sanat yapıtlarını her zaman arz ettiler, buraya gelmesini istediler. Biz Urla Dam’ı 23 Haziran‘da açtık. Açtıktan sonra İzmir yıllardır sanki böyle bir şey bekliyormuş gibi hissettik. Sanatseverleri burada görmeye başladık. Konserler, tiyatrolar, atölyeler gerçekleştirdik. Daha çok olmalı tabi, çünkü böyle ayakta kalabilir bu yerler. Urla Dam’a gösterilen ilgi gerçekten çok yerinde ve çok güzel. 

İzmir.Art: UrlaDam ile birlikte İzmir yeni bir kültür sanat alanı kazandı. UrlaDam sadece bir tiyatro oyununun sahnelenmesinin ya da bir film gösteriminin ötesinde, ‘okullaşmayı' da mümkün kılıyor. Bir eğitim veriyorsunuz: ‘Oyuncunun Kamera Yolculuğu’. Atölye çalışması ve eğitimler nasıl geçiyor?
Nazan Kesal: Oyuncunun Kamera Yolculuğu, UrlaDam’daki ilk atölyem. Arkası gelecek tabii bu atölyelerin; yazarlık atölyesi, sinema atölyesi, seramik atölyesi… Aslında ihtiyaca göre planlamaya çalışıyoruz. Bizim de öğrendiğimiz bir süreç oluyor, ben de bu çocuklardan birçok şey öğrendim. Burasının kültürel anlamda bir ihtiyacı karşıladığı söyleniyor ki daha yeni açılmamıza rağmen; çok eksiğimiz olmasına rağmen. Bir sempati ile karşılanıyoruz bu çok hoşuma gidiyor. Hepimiz yaşamlarımızda, şimdiki zamanlarda o kadar çok sıkışıyoruz ve sıkıştırılıyoruz ki nefes almakta zorlanıyoruz. Politik, kültürel, siyasal ve yaşam koşulları anlamında zorlanıyoruz. Bu zorluklar da bizi psikolojik anlamda bir zorluğa itiyor bizi. Aslında burası sanat merkezi özelinde bir yaşam merkezi. Zaten sanat dediğimiz şey de, yaşamımızın bir anlamda temize çekilme hali değil mi? Yani ekmek gibi su gibi temel bir ihtiyaç değil mi? O sebeple yaşam merkezi demek, bana çok daha büyük ve daha ihtiyaç karşılayan bir cümle gibi geliyor. Ercan da ben de yıllardır bu sektörde, senaryo, oyunculuk, yönetmenlik ve eğitmenlik noktasında bugüne kadar kendi inandığımız şeyleri yaptık. Ben inanıyorum ki her şeye evet demek iyi bir şey değildir, hayır dediklerimiz bugün bize burayı açtırdı. Emeğimizle, kendi kazancımızla, hiçbir kimseden destek almadan, açtık burayı. O anlamda çok kıymetli buluyorum. Emeğimi görüyorum burada. Ercan’ın alın terini görüyorum. Semih Bey’in emeğini görüyorum. Sonuç itibariyle okullaşmayı hak eden bir yer. Çünkü bizim bu hayatta bugüne kadar öğrendiklerimiz sadece bizde kalmamalı. İhtiyaç duyan, meraklı, öğrenmeye hevesli, yaşamına yeni bir başlangıç yapmak isteyen sanatla ilgili herhangi bir alanda herkese açık bir yer burası. Biz de kendi yeteneğimizi, bizi var eden şey neyse, onu gençlerle; yeni başlayanlarla paylaşıyoruz. Ve onlara el vermek bize gurur verir. Buranın artı bir değer katma amacıyla açıldığının insanlar farkında. Umarım bu usta çırak ilişkisi devam eder. Oscar Wilde’in çok sevdiğim bir sözü vardır; ‘‘Sanatı halka yaklaştırmak mı asıl olan, halkın sanata yaklaşması mı asıl olan’’ Halk sanata yaklaştığında o toplumda, bazı taşlar yerinden oynar. Ve o halk, uyuyorsa da uyanır. Çünkü sanatın harekete geçirmek ve dönüştürmek gibi bir işlevi var. Bir oyunu izledikten sonra ertesi güne aynı uyanmamak mesela, daha büyük bir devrim olabilir mi?

İzmir.Art: Devlet Tiyatroları’nda uzun yıllardır oyunculuk ve yönetmenlik yaptınız. Ve günümüzde varlığını çok hızlı bir şekilde hayatlarımızda yer edindiren dijital dünya... Dijitalleşen toplum ve kültür bağlamında tiyatro nasıl konumlanıyor. Bu değişim ile birlikte, tiyatro oyunculuğu hangi süreçlerden geçiyor?
Nazan Kesal: Pandemi, bu durumu çok tetikledi. Zaman artık dijital dünyayla tanımlayabileceğimiz bir zaman. Amerikalı ünlü reklamcı Andy Warhol'un, ‘‘Bir gün gelecek, herkes on beş dakikalığına ünlü olacak.’’ der. O on beş dakika, on beş saniyelere kadar düştü bence. Herkesin ama herkesin görünür olmak istediği bir çağda, görünürlük ile ilgili bir iş yapmayanların bile görünür olmak istediği bir çağda,  bunu tabii ki dijital çağ tetikliyor. Eskiden düşünmeyenler yoktu, şimdi görünmeyenler yok. ‘Düşünüyorsam varım, yerini görünüyorsam varıma’ bıraktı. Ne olduğun, ne yaptığın, kim olduğun önemli değil artık. Görünmek önemli sadece. İnsanlık için çok acı bir durum bu bence. Haliyle, dijital çağın içinde sanat üreticileri de bir şekilde etkileniyor. Sinema özellikle çok etkilendi. Dijital diziler çok fazla izlenmeye başladı. Tiyatroda da denendi bu durum pandemi zamanında. Aslından denenmesi de iyi oldu. Pandemi hepimizi, inanılmaz bir zaman dilimine soktu. Nefes alıyoruz veriyoruz ama asla yaşamıyoruz. Tabii ki kapandığımız evlerde o zaman nasıl geçecek diye güzel şeyler de yapıldı aslında. Tiyatro dijitalleşti mi acaba gibi böyle bir korkulu bir sürece de girilmişti. Ama bence bu, o süreç içindi. Tiyatronun dijitalleşme ihtimali bence yok. Denendi, denenmeye de devam edebilir bir sakıncası yok. O da bir formattır ama tiyatronun yeri sahnedir. Tiyatro seyircisiz olacak bir şey değil, karşılıklı interaktif canlı bir şeydir. Pandemi öncesinde pik yapmıştı, her yerde Türkiye’nin her yerinde altın çağını yaşıyordu tiyatro. Şimdi bence yine o haline gelmeye başladı. 

İzmir.Art: 2019 yılında ‘Yaralarım Aşktandır’ oyunu ile seyirci karşısına çıktınız. Füruğ Ferruhzad ile nasıl tanıştınız ve bu süreç nasıl ilerledi?
Nazan Kesal: 1994 senesinde Ercan’ın bana hediye ettiği Füruğ Ferruhzad’ın yarım kalan son şiir kitabı, Sonsuz Bir Günbatımı. Celal Hosrovşahi ve Onat kutlar çevirisi ile Türkiye’de ilk defa belli bir sayıda basılmış kitabı bana hediye etmesiyle başladı aslında. Şiiri çok seven bir insanım. Füruğ’u oyunla yaşar hale getiriyorum. Bunu hissediyor seyirciler. Çünkü onun bıraktığı duygular, düşünceler, sözcükler aslında milyonlarca kadında yaşıyor. Onu yaşatanlardan biri de benim. Füruğ Ferruhzad’a hayat verdiğim için, oyunlaştırdığımız için çok mutluyum. Berfin Zenderlioğlu yönetti, Şebnem İşigüzel metnini yazdı.

İzmir.Art: ‘Yaralarım Aşktandır’ ile birlikte, bir mücadeleyi yansıtıyorsunuz. Bu duygu dolu rolü oynarken neler hissediyorsunuz?
Nazan Kesal: Başlamak da bitirmek de zor. Duygusu çok ağır. O olmak için bir hazırlık sürecim var. Öncesinde mümkünse çok kimseyle görüşmüyorum, bir buçuk iki saat kadar. Yaralarım var, makyajım, saçım, başım… Öldükten sonra yıkanmasına izin vermemişler Füruğ’un. Öyle bir boşlukta ele alıyoruz biz bu oyunu. Bu yüzden arafta diye tanımladık. Dolayısıyla benim o dünyaya biraz hazırlanmam gerekiyor. Hazırlandıktan sonra da zaten yetmiş beş dakika sahnedeyim. Yetmiş beş dakika konuşuyorum. O dünyadan çıkmam çok zor oluyor. Oyuncuların arasında dolaşıyorum, onlarla konuşuyorum. Girmek de zor çıkmak da zor. Ama bu oyunu oynamak bana çok iyi geliyor. 

İzmir.Art: Seyirciyi bekleyen yeni projeleriniz var. Eylem Canpolat ile Ozan Aksungur’un yazdığı, yönetmenliğini Mesude Erarslan’ın yapacağı ‘Aşka Düşman’ dizisinde ‘Bahriye’ rolünü canlandıracaksınız. Nasıl bir roldesiniz?
Nazan Kesal: Bu dönemde çok dizi teklifi geldi. Bir yanıyla çok hoşuma gitti bu durum. Her sezon teklifler geliyor ama bu sene dizi çekmek istememiştim. Biraz yüzümü dinlendirmek biraz tiyatroya ağırlık vermek istemiştim. UrlaDam’daki atölyeleri yoğunlaştırmak istiyordum. Gelen işlerin arasında yine böyle topluma değer katabileceğim, fayda sağlayabileceğim bir senaryoydu. Bir de aslında oynadığım şeyleri oynamaktan çok hoşlanmıyorum. Tekrar rolleri hiç sevmem. Çünkü orada asıl olan ben değilim, karakterin kendisi. Bu rol, oynamayı sevebileceğim bir yerden geldi. Biraz feminist bir iş. Çok fazla spoiler vermeyeceğim. Merak etsinler. Ama şunu söyleyebilirim, ben iki saatlik dizi süreçlerinin seyirciler için çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü televizyon aslında bir yanıyla, bizim iş üretenler olarak bir sorumluluk alanımız. Kadınlar için çok önemli bir proje bu, bunu söyleyebilirim.

İzmir.Art: İlk uzun metrajlı filmine çeken yönetmenlerin projelerinde yer alıp onlara destek oluyorsunuz. Bu projelerden bahsedebilir misiniz?
Nazan Kesal: Soner Sert ile Acı Kahve. Bir kız isteme hikâyesi. Bizim gibi toplumlarda o bir gelenektir ya hani erkek tarafı alır tepsilerini kızı istemeye gider. Ondan sonra erkek tarafı kız tarafına karşı tepsiyle gider. Böyle çok tatlı gelenekler bunlar aslında. Hala sürüyor bazı yerlerde. Bir kız isteme hikâyesi, yine çok spoiler vermeyeceğim. On bir günde çektiğimiz bir film oldu. Soner Sert’in uzun metrajlı filmi. Soner, çok sevdiğim bir yönetmen. İki yıldır konuştuğumuz bir şeydi bu film. Ama benim böyle dizi ve film yoğunluğundan dolayı biraz endişelenmiştik. Çekimlerini yaptık. İyi bir film oldu. Formatı, sinematografisi çok iyi düşünülmüş bir film oldu. Reha Özcan, Şerif Erol gibi değerli isimler yer aldı. Yetenekli gençlerimiz var. Çok yakında sinemalarda diyebilirim.

Suyun Yüzü’nü geçen sene yazın çektik. Çok önemli bir festivalden destek ödülü de aldı. Dolayısıyla bu film de benim kıymetlilerimden biri oldu. Zeynep’i çok sevdim. İlk uzun metrajı filmi. Çok iyi çalışılmış ve çok iyi yazılmış bir senaryonun parçası yaptı beni, çok mutluyum ona destek vermiş olmaktan. Utku Zeka yapımcılığını yaptı filmin. Cemre Ebüzziya ile oynadık başrolleri. Yine çok kıymetli oyuncular var orada da.

Ali Cabbar da ilk uzun metrajlısını çekecek. İlk uzun metrajlı filmi olan bu üç yönetmenin de çok iyi kısa filmleri var. Festival festival gezip ödüller almışlar. Bağımsız ilk uzun metrajlı filmini çekenler çok zor durumda. Ben onlara destek vermek istiyorum. Onlara yapımcı bulmaya çalışıyorum, destek istiyorum. Ali’nin filmi Sarıgöl‘de çekilecek. O da çok iyi bir senaryo. Çevreci bir film. Parçası olduğumuz doğayı unutan bir insan aklı var. Biraz bu insan aklını eleştiren, sorgulayan bir film. Henüz çekimlere başlamadık. Bir film daha çekiyorum, Barış’ın filmini… Ampute Futbol Milli Takımı’nın yıldızı Barış Telli’nin hayatı anlatılacak.

Röportaj: Fatih Bilgin & Onur Eryeşil & Osman Katmerci 

 

Fotoğraflar
Videolar