Sanat, Özlem ve Hüzün: Bergama Oratoryosu Üzerine

İzmir’in ve Türkiye’nin kültür tarihi için özel, ayrıcalıklı ve görkemli günlerden bir tanesi yaşandı geçtiğimiz akşam. Bergama Asklepeion Tiyatrosu’nda izleyiciler yıllar önce evinden alınıp çok uzaklara götürülmüş bir sanat eserini, bir simgeyi Bergama Zeus Sunağı’nın ait olduğu topraklara yeniden kavuşması için hazırlanan bir eseri dinlediler: BERGAMA ORATORYOSU: SUNAĞIN GÖZYAŞLARI. On bir bölümden oluşan oratoryo, pek çok değerli sanatçının ve kültür insanının katkılarıyla oluşmuş değerli bir çalışma. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in katkıları büyük. Prof. Dr. Suat Çağlayan’ın ilhamı ise bu eserin köşe taşlarından… İzmir.Art bu unutulmaz temsilin hemen öncesinde, bu özel ve ayrıcalıklı eserin librettosunu kaleme alan Gülümden Alev Karaman, bestecisi şef Tolga Taviş, anlatıcısı Hakan Gerçek ve Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezı̇ Şube Müdürü Emel Akçay Özer ile bu özel eser üzerine konuştu.

İzmir.Art 22 Eylül 2022

 

İzmir.Art: Öncelikle hoş geldiniz… Başlarken hemen okuyucularımızı bilgilendirmek adına ve ayrıca hatırlatmak amacıyla sormak isteriz, oratoryo nedir? Bize biraz bahsedebilir misiniz? 

Tolga Taviş:  Oratoryo, senfonik orkestranın eşlik ettiği koro ve solistlerin seslendirdiği edebi  çıkış noktası olan bir anlatı. Bunun bir opera eserinden en belirgin farkı sahnelemenin olmayışı.  Herkesin durarak bir konser havasında olduğu fakat sadece bir müzik değil, başından sonuna bir drama ve her drama gibi girişi, gelişmesi sonucu ve çözümü olan bir eser denebilir. Oratoryo denildiği zaman bilgili kulakların aklına ilk önce kutsal nitelikli, dinsel nitelikli eserler gelir ama seküler oratoryo çok var günümüzde. Evet, çıkış noktası dini motivasyondur. Bundan en az iki yüz üç yüzyıl önce. Ama artık her türlü teatral metin, oratoryo haline getirilebilir

Emel Akçay Özer:  Oratoryo her ne kadar orkestra, koro ve solo sesler için bestelenmiş, kutsal nitelikli müzik yapıtı diye nitelendirilse de günümüzde birçok farklı konuda oratoryo yazılıyor. Fakat sanıyorum ki antik bir yapıya yazılmış ilk modern oratoryo olacak Bergama Oratoryosu.

İzmir.Art: Eserin meydana getiriliş sürecinden bahsedebilir miyiz? Nasıl bir hazırlık aşaması geçirildi?

Emel Akçay Özer: Eserin yaratılma süreci 2021 yılı Aralık ayında Başkanımız Sayın Tunç Soyer'in direktifiyle başladı. Bu demek oluyor ki bir yıla yakın bir yaratım süreci ve sonrasında bir prova aşaması var. Librettosu, Devlet Opera ve Balesi dramaturglarından Gülümden Alev Karaman, bestesi İzmir Devlet Opera ve Balesi orkestra şefi ve aynı zamanda besteci Tolga Taviş tarafından yazıldı.

Gülümden Alev Karaman: İsim konulup çerçeve çizildikten sonra önce tarihsel araştırma, alan araştırması ve konuya hâkimiyet bakımından yaptığım çalışmalar var. Sonrasında da libretto, yani oratoryonun metnini yazma sürecinde çalışmalarım oldu.  Bir buçuk yıl içerisinde  geri dönüp bazı değişiklikler yaptık. Libretto yazıldı, fakat müziğe dönüşme süreci biraz farklılık arz ediyor. Ben bestecinin işini kolaylaştırmak bakımından pek çok yeri seçenekli olarak yapmaya çalıştım. Yani söz ile notaları müziğe uyumu bakımından söyleniş kolaylığı bakımından, vokallerin duyumu bakımından hepsinin ayrı ayrı gözetildiği bir süreç yaşadım. Benim kafamdaki müziği acaba besteciye duyurabilecek miyim? Sonra tabii bestelenme aşamasında onun  bazı talepleri oluyor. Birlikte çalıştığımız ve şekillendirdiğimiz çok şey oldu. Sonra da işte artık izleyeceğimiz hale kavuştu.

Gülümden Alev Karaman

Hakan Gerçek: Sahnede oyuncular olarak bir metin gelir elimize, orada biz yönetmenle beraber, kendi müziğimizi yaratırız. Tabii burada kendi açımdan farklı olan bir şey. Dün yaşadım ben, o da ilk defa geldim. Zaten metin daha önce elime ulaştı. Oradan tabii ki sizin kafanızda bir müzik oluşuyor metinle alakalı. Fakat tabii müthiş bir orkestra… Orkestranın içine girince neye uğradığımı şaşırdım çünkü. Çok güzel bir eser. İlk defa dinledim ben de dün provada. Müthiş bir ses var. Müthiş bir ahenk var. Onun için de siz de kendi müziğinizin dışına çıkıp oraya eşlik etmek durumunda kalıyorsunuz. O yüzden benim için çok farklıydı. Yani ben dün orada sevgili Tolga'nın müthiş bir eserini dinledim. Gerçekten okumama bile gerek yok diye düşündüm orada. Çünkü her şey o kadar güzel anlatılıyor ki. O yüzden yüreğine sağlık. Zaten o metin bende bir şey oluşturuyor. Ve ulaşılması gereken noktada aslında çok anlamlı. Çıkış noktası çok daha anlamlı meselenin. Hem metnin müziği, hem yaratılan eser; hepsi bir araya gelince okuyucu olarak çok başka bir yere koyuyor.

Tolga Taviş: Libretto ile müziğin hazırlanması süreci adeta sarmaşığın büyümesi gibi. Hangisi kök hangisi dal bilemiyorsunuz. Önemli olan, sarılıyor ve arşa yükseliyor. Libretto bizim müzik terminolojisinde enternasyonal bir terim. Aslında İtalyanca’dan geliyor: “kitapçık” demek. Biz uzun soluklu eserlerin sözcüklerine “libretto” diyoruz. Opera, operet, oratoryo için yazılmış sözler librettoya örnektir. Yine prozodi diye bir terim var bizim müzik ve fonetik sanatlarda. Müziğin kelimeye uyumu ya da kelimenin müziğe uyumu yani.  Dilimiz Türkçe,  fonetik uzmanlarının yarı entonasyon dedikleri bir kategoriye giriyor. Biz günlük hayatta konuşurken “her” zaman belli şeyleri belirtiyoruz. Mesela benim bu cümlede “her”i yüksek söylediğim gibi… Bu da kaçınılmaz bir müzikal dil yaratıyor. Besteciye düşen, o müzikal dille uyumlu bir yaratım sergilemek; onunla birlikte bir özgün iş yaratmak. İşin güzel kısmı da bu zaten. Aslında libretto müziği esir ediyor, bazen özgür bırakıyor. Librettoyu Gülümden’in de izinleriyle ters düz ediyoruz. Çünkü amaç, eseri vücuda getirmek. Anlamlı ve duygulu bir hale getirmek. Tam bir takım çalışması. Çok fenomenik bir şey. Bunu ancak içinde yaşayınca anlarsınız.

Tolga Taviş

 

İzmir.Art: Bergama Oratoryo'sunun oluşma fikri nasıl ortaya çıktı? Niçin eser formu olarak “oratoryo” seçildi?

Emel Akçay Özer: Eserin çıkış noktası, Kültür Eski Bakanı Suat Çağlayan'ın yazdığı iki şiirdir aslında. Hocamız, bu şiirlerin bestelenmesini rica etmişti. Önce dansla ifade etmek istedik ama sonrasında Gülümden Alev Karaman'ın yazdığı sinopsis öylesine anlamlı olunca, daha büyük, dikkat çekici ve kalıcı bir şey yaratma dürtümüz bizi oratoryo formuna kadar getirdi. En önemlisi de çok sesli müzik formunda olduğu için İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak dünyanın her yerinde seslendirilebilir bir eser kazandırmış olduk.

Gülümden Alev Karaman: Dediğim gibi bir buçuk yıl önce Suat Bey'in şiirleriyle buluşunca, bu şiirlerden bir sahne eseri yaratma fikriyle ortaya çıktı. Daha önce bir dans tiyatrosu olarak düşünüldü ve bunun üzerine bir konu yazıldı. Fakat sonra öylesine derinlikli ve işlenelebilecek malzeme olduğu görüldü ki bunu hep birlikte bir oratoryoya çevirmeye karar verdik. Tabii ikisi çok farklı formlar. Oratoryoda biraz önce konuştuğumuz gibi sözlü müzik var. Dolayısıyla bu şarkıların sözlerinin olması gerekiyor. Farklı bir form içerisine yazılması gerekiyor derken bu hale dönüştü. 

Tolga Taviş: Neden oratoryo formunda böyle bir eser yazdığımızı söyleyeyim. Bu eser “Egeliliğimizin” bir sorumluluğudur ve sanatsal formunun yanı sıra misyon eseridir. Biz dünyanın her köşesine ama özellikle de Alman ulusuna bir mesaj göndermek istiyoruz. Ve bu mesajı da onların anladığı en üst dille yani senfonik, oratoryal bir dille Ege insanları olarak çok daha derinlikli bir şekilde yansıtmak istediğimiz için bu kadar önemli bir formda yazdık. Çünkü oraya gidip, kendi derdimizi kendi alfabemizle anlatsaydık bu etkiyi yaratmazdı diye düşünüyorum. Bu amacına çok daha hâsıl olan bir üslup oldu. Bu yüzden bilerek ve isteyerek bu formda yazdık.

İzmir.Art: Bakıldığında eser bir yandan da sanki bir eskiçağ tarihi ,Yunan mitolojisi ya da daha özele indirgeyelim bir Bergama tarihi kitabı gibi adeta. Oratoryo'nun içeriğinden konuşmak isteriz. 

Gülümden Alev Karaman: Zeus Sunağı, tanrılar tanrısı Zeus ve kızı Athena'ya adanmış; Pergamon Krallığı’nın Galatları yendiği için zafer kutlaması adına yapılan bir anıt. Bir sunak esasen. Tabii Zeus’tan bahsediyoruz;  Athena'dan bahsediyoruz. İşin içerisine bütün bir Yunan mitolojisi giriyor. Sunağın özelliği sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, mitolojide çok önemli yeri olan tanrılar ve titanların savaşını resmetmesi. Bütün frizlerde, sunağın dört bir tarafında bu savaşın betimlemeleri var. Çok büyük bir devrim, o çağa göre. Çünkü neredeyse üç boyutlu tasarımlar… 

Güneş’in doğduğu taraftan gün ışığıyla ilgili tanrıların, Güneş’in battığı taraftan Ay ışığı ve gece karanlıkla ilgili tanrıların titanlarla savaşını son derece gerçekçi bir şekilde bize gösteriyor. İşin içinde mitoloji olunca; mitoloji, derya deniz bir konu. O yüzden tanrılar ve tanrıçaların ilişkileri oldukça zorlu bir konuydu. Bu zorlu konuda ben, elimden geldiğince bir dramatik yapı oluşturmaya çalıştım. Ve bir libretto, yani metin ortaya çıktı. Bestecimiz, orkestra şefimiz Sayın Tolga Taviş de muhteşem müzikler yazdı. Kendisine de söylüyorum: her kelimeyi, öylesine içselleştirip dantel dantel yazdı ki müzikleri; şu anda artık yaşayan bir forma kavuştu bence. 

Emel Akçay Özer: Bergama Oratoryosu için çok kapsamlı bir kitapçık hazırladık. Orada da görebileceğiniz gibi eserin teması ana kucağından kopartılmış Zeus Tapınağı'nın ait olduğu topraklara geri dönmesiyle ilgili. Suat Çağlayan şöyle diyor: Bir yanda ağlayan anne Bergama, diğer yanda ise Berlin’de yalnızlığa terk edilen ve anne özlemi çeken yavrusu; Zeus Sunağı…

Tolga Taviş:  Ben öyle incelikli ve öyle güzel çalışılmış bir metin gördüm ki... Mitologya, mitoloji çok incelikli ve çok bıçak sırtı bir konu. Çünkü zaten kurgusal bir realite var. O eserin içinden yeni bir kurgu çıkarmak sanki Mona Lisa’nın içinden yeni bir Mona Lisa çıkarmak gibi bir şey. Dolayısıyla, hem dokümanter üslup ile hem de kurgusuyla, müzikal bir libretto önüme geldi diyebilirim. Bana da görevimi yapmak düştü. Müzisyeniz, müzik yazıyoruz. Materyal güzel olunca, işlemesi de keyif veriyor. 

İzmir.Art: Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren ülkemizin pek çok kültürel ve tarihsel değeri yine bir o kadar değerli bestecilerimizin eserlerine, oratoryolarına konu oldu: Nevit Kodallı’nın “Atatürk”, Ahmed Adnan Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu”; Fazıl Say’ın “Nazım Hikmet” en bilinen örneklerinden. Şimdi de Bergama Sunağı bir sanat eseri, arkasında derin bir tarihsel ve dini uzamlar bir simge, bir mimari değer için bir oratoryo. Bu oratoryo, Türk Müzik tarihi açısından nereye konulmalı? 

Tolga Taviş: Bu önemli soru için teşekkür ederim. Misyonunun yanı sıra bu eserin sanatsal kalitesini, daha doğrusu bir klasik olup olmayacağını gösterecek tek kriter zaman. Biz suya bir yazı yazdık bu çalındıkça ve günümüz teknolojisinde yayınlandıkça anlam kazanacak, ben zamanlar ötesi bir eser olsun isterim. Ama bunu şimdiden görmek çok zor. Çünkü bu sadece müziksel ve sanatsal kaliteyle de olmuyor. Arz talep dengesince eserin tekrar çalınması ve yayınlanmasının istenmesi lazım. Çünkü müzik tarihinde birçok dâhiyane eserin, tozlu raflarda çürüdüğünü; çalınmadığını ben şahsen biliyorum. Bu anlamda tabii dediğiniz doğru. Yani oratoryo operada olduğu gibi sadece dünyevi ve insani konuları; aşk, nefret, intikam vesaire değil daha derinlikli konuları, özellikle de kişi biyografileri üzerinden çok yapılıyor. Eskiden farklı hikâyeler de vardı. Fakat dediğiniz çok doğru. Biz de yaratıcılar olarak yani müzisyenler, librettistler, besteciler olarak yaptığımız şeyin özgünlüğünün bazen farkına varamayabiliyoruz. Biz bunu konuşuyorduk ama bir arkeolojik değere bir simge binaya ve taşınmış, toprağından koparılmış bir binaya atfen yazılmış bir oratoryo belki de dünyada ilk defa yapılıyor. Bunda belki de demekten biraz daha iddialı bir tabir kullanabilirim. Bunu benden alıkoyan tek şey bir araştırma yapmadım ama iddia ediyorum ki böyle bir şey yapılmamıştır. Fakat şu var. Bir tapınak yüksek motivasyonla yapılmış, zamanının çok ötesinde bir tapınak. Dünya’nın her yerinde bu tarz yapılar var. Ama hiçbiri yerinden alınıp götürülmedi. Yani evet bir takım heykeller götürüldü, freskler, büstler, rölyef vesaire falan ama teker teker parça parça alınıp taammüden planlayarak buradan alınıp götürülüp orada tekrar birleştiler. Bu bile bir insanlık dramı aslında. Hâlbuki çiçek dalında güzeldir değil mi? Bu bizi böyle bir drama yazmaya itti. Gülümden ve ben, öncelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ve Emel Akçay Özer'e çok teşekkür ediyoruz. Dolayısıyla çok güçlü bir kadroyla, şu anda yüz yirmiyi aşkın insanla biz bunu Asklepeion’da seslendireceğiz. Soprano Eylem Demirhan Duru, mezo-soprano Ferda Yetişer, Tenor Erdem Erdoğan, Bas Engin Suna, Anlatıcı Hakan Gerçek Beyefendi ve Ahmed Adnan Saygun Senfoni Orkestrası ve korosuyla biz muazzam bir yapıda, bir nüfusla bunu Asklepeion Antik Tiyatro’dan bütün dünyaya yayacağız. Devamı da gelecektir diye umut ediyorum

Gülümden Alev Karaman: Şöyle bir şey söyleyebilirim. Belki librettodan küçük bir alıntı yapabilirim. Hesiodos (ki bizim için Homeros’tan Anadolu insanı olarak çok daha önemli bir kişi) “Yarım daha büyük olabilir bütünden, paylaşmanın güzelliği budur” diyor. Çünkü paylaşınca daha güçlüyüz, büyüğüz, bunu söylemek beni çok etkiledi. Bütün süreci çalışırken ki biz 1,5 yıldır çok yoğun bir tempoyla sürekli birlikte; neredeyse kelime kelime üzerinden geçerek nasıl daha etkili içimizdeki duyguyu anlatabilecek bir hale dönüştürürüz diyerek üzerinde çok düşünerek, çok tartışarak çalıştık. Beni çok tatmin eden bir çalışma oldu. Kendi adıma çok mutluyum. Umarım bu heyecanımız duygumuz da yansıyacak.

Emel Akçay Özer: Aslında baştan beri söylediğimiz gibi, Bergama Oratoryosu konusu itibarıyla kendi alanında bir ilk olabilir. Ama dünya tarihi açısından nereye yerleşeceğini ilk seslendirmeden sonra aldığı olumlu ya da olumsuz tepkiler belirleyecektir. Biz alanında usta iki yaratıcı ile çalıştık, tiyatro sahnesinin usta isimlerinden Hakan Gerçek anlatıcı oldu, Devlet Opera ve Balesi'nin deneyimli sanatçılarından Eylem Dorukhan Duru, Ferda Yetişer, Erdem Erdoğan ve Engin Suna solist olarak yer alıyorlar. İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmed Adnan Saygun Senfoni Orkestrası ve Korosu’nu eserin bestecisi Tolga Taviş yönetecek. Güçlü bir kadro oldu her açıdan.

İzmir.Art: Hakan Bey siz neler söylemek istersiniz oratoryoya ilişkin? Sürece ilişkin?

Hakan Gerçek: Ben tabii burada katılmış olmanın mutluluğuyla konuşabilirim. Çünkü bu işin yaratıcıları sevgili Tolga, Gülümden. Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin yöneticileri, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve yöneticilerinin bu işin temelinin atılmasında çok önemli yerleri var. Bana da böyle bir güzel teklif getirdiler. Açıkçası benim için de farklı bir deneyim. Çünkü orada bir orkestrayla bir şey yapmak onun içinde yer almak farklı bir duygu getiriyor. Sadece oyunculuk açısından bakıyorum. Ama o kadar güzel bir kadro var ki onlarla birlikte çalışmaktan çok mutluluk duydum. Umarım alnımın akıyla da çıkarım bu işten. 

İzmir.Art: Bergama Sunağı’nın ülkemize getirilmesi için yıllardır verilen mücadele  “hukuk” ve “diplomasi” kullanılan temel araçlardı. Bu sefer de bir sanat dalı, bir sanat eseri sunağı ülkemize geri getirmek için verilen çabaları nihayete erdirmek için kullanılan araçlardan bir tanesi… Sanatın bu örnek özelinde müziğin etkisi bağlamında nasıl bir araç olacağını düşünüyorsunuz?

Gülümden Alev Karaman: Sanatın gücünü kullanarak, onların anlayacakları dilden söyleyelim diye yazıldı BERGAMA ORATORYOSU. Yani bu şekilde bir formda, bir kez de böyle bir çağrı yapıp etkilemeye çalışmakla ilgili. Sanatın evrensel, karşı konulmaz gücünü kullanmaya çalıştık. Çünkü bu hepimiz için de vatanımıza bir gönül borcu aynı zamanda. 

Tolga Taviş: Bir sanat ürünü yaratarak yapılan bir protesto, verilen bir mesaj, yapılan bir haykırış, haykırışların en asilidir. Biz “soft power” denilen bir güçle, sanatın yüksek etkisiyle bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu güçlü darbeyi oraya vurmak istiyoruz. Sokakta bağırarak ya da pankart taşıyarak değil ki saygım sonsuz o üsluba, bir sanat eseri yaratarak bunu en güçlü şekilde duyurmak istediğimiz için bunu yaptık. 

Emel Akçay Özer: Son yıllarda çokça kullanıldığı üzere: Soft Power! Tam anlamıyla da amaçladığımız bu. İnsanoğlu siyasetle başaramadığı birçok şeyi sanatın her türüyle ifade ediyor hatta değişime neden olabiliyor. Ama Başkanımızın bu konudaki tavrı çok net. Anadolu'nun bereketine sahip çıkıp dünyaya duyurmak gayreti gibi Anadolu topraklarına ait bu büyük mirasa da sahip çıkma konusunda kararlıyız. Elbette ki buradaki öznemiz, hem anlam olarak hem de kütle olarak gerçek anlamda çok büyük ve kıymetli. Ama büyük Atatürk'ün sözünü tersine çevirip şöyle diyebiliriz: “Gittiği gibi gelir”

İzmir.Art: Bu çalışma bütün sanatsal kariyeriniz anlamında ne ifade ediyor? Bunu nereye koyarsınız kişisel çalışmalarınız, kişisel tarihiniz içerisinde? 

Tolga Taviş:  Hepsi çocuğum gibi. Şöyle, her besteci en yeni yazdığı şeyi en küçük çocuğu olarak görür. En çok ona özenir. En çok onu sarar sarmalar. Ben yaklaşık yetmiş iki saattir Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi binası içerisinde çok büyük bir duygusal sinerji hissediyorum. Yaklaşık yüz otuz kişi var sahnede. Herkesin gözlerinden, gönüllerinden beğeni ve mutluluk akıyor. Bu, dilerim bütün ölümlülere nasip olsun bu duygu. Bu anlamda ben çok avangart bir besteci değilim. Yani sadece sanat için yazmıyorum. İnsanlar ve bunu üreten ve bunu tüketen insanlar için yazıyorum hem de müzisyenler için yazıyorum. Onların afiyeti önemli. Hem de en son kertede Egeli insanların, İzmirli insanların mutluluğu ve duygu yoğunluğu benim için önemli. O yüzden onlara yazdığım için onların anlık beğenileri de benim için çok önemli. Dediğim gibi son üç gündür herkes dili döndüğünce ne kadar mutlu olduğunu anlatmaya çalıştı. Ben de bu mutluluktan dolayı mutlu hissediyorum kendimi. Benim için çok önemli bir eser. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde çalışan tüm büyüklerimizin, Tunç Soyer başkanın Ertuğrul Tugay’ın, Sayın Kadir Efe Oruç’un, Sayın Emel Akçay Özer'in, herkesin takdiri bana karşı teveccüh edip bunu tevdi etmiş olması benim için ayrı bir sorumluluk. Demek ki bu şehirle ilgili önemli bir misyon varsa bir müzik adamı olarak insanlar beni işaret edebiliyor. Bunun kıvancı var içimde. Bu duyguları hissediyorum şu an.  Son olarak şunu eklemek isterim. Bütün bu çaba, bu anıtsal süreç Suat Çağlayan hocamızdan çıktı. Daha önce zeytin şarkılarında da onun izi var. Onun kendi kafasındaki hayırlı, güzel takıntılar var. Akdeniz’in zeytin şarkılarını onun kafasındaki obsesyondan çıkarmıştık. Bu işin kurucusu da Dr. Suat Çağlayan’dır. Yani, kendi kafasındaki fikirleri yazıya dökmek konusunda o kadar kaygılı ve istekli ki. Ben, Akdeniz’in zeytin şarkılarının onun teveccühü üzerine yazıyorum. Onun paralelinde bir gün bir telefon geliyor, “Pergamon Müzesi için yazacağız” deniyor. İlk kıvılcımı Suat Çağlayan çakıyor. Şimdi de Bergama Oratoryo’sunun provasını yapıyoruz. “Şimdi çok çarpıcı bir projeyi yazacaksın” diyor. O, benden önde… Bana, gelecekten haber veriyor. Bu da çok mutluluk verici bir duygu.

Gülümden Alev Karaman: Ben de kişisel kariyerim bakımından çok özel bir yere koyuyorum bu ölçekteki bir çalışmayı. Doğrusu verim vermeyi düşünmediğim bir konu ve alandı. Birden böyle bir konu geldi ve çalışma fırsatı buldum. Beni düşünmüş olmalarından dolayı, ben de çok mutluyum. Hakkını vermeye çalıştım elimden geldiğince. Umarım çok güzel bir iş ortaya çıkmıştır.

Hakan Gerçek: Burada yaratılan müthiş bir iş var. Buraya bir su damlası olarak geliyorum. Burada ben sadece bir aracıyım. Orkestra ve yaratılan eserle seyirci arasında ara ara çıkıp belki insanları uyaran ya da bilgilendiren bir aracıyım. Bu bir oyun olsaydı tabii ki farklı bir şey olurdu ama dediğim gibi yaklaşık kırk yıllık oyunculuk kariyerimin içinde böyle bir yerin içinde olmak benim için çok farklı bir deneyim. Yani ben daha önce bu tip şeyler yaptım ama böyle bir orkestrayla, böyle bir eserle ilk defa yer alıyorum. Zaten benim için en büyük heyecan o. Bir çocuk heyecanı gibi oldu. Özellikle ilk provada. Tolga'ya da paylaştım. Benim için bir atölye çalışması gibi oldu bu. Söylediği o kadar değerli şeyler var ki. Zaten orkestraya, müzisyenlere söylediği şeyler, genelde biz tiyatro oyuncularının da söylediği şeylerdir. Sanat da böyle bir şeydir zaten , bir bütünün içinde bir parçasında yer almak ve onu ifade edebilmek tabii ki benim kariyerim açısından da çok önemli.. Ama burada yapılan şey, “kıymet bilmekle” alakalı. Yani birçok kayıp eser var ama bütün bunları sanatın gücüyle ortaya çıkarmak, halkın gözü ile ortaya koymak tabii ki mümkün değil. Ama burada hepimiz ve bizi idare eden yöneticilerin kadir kıymet bilmesi var. Yoksa sanat seyirciye müthiş bir şey sunacak yarın akşam. Bu tartışılmaz! Ama zamanında Berlin’e götürülmeden kadir kıymet bilinseymiş yarın orada müthiş atmosferde “iyi ki bizimlesin dediğimiz” bir eser de çıkabilirdi ortaya. Keşke özellikle sanat eserleri konusunda kıymet bilsek. İleride de “ah Tolga’nın yazdığı eser vardı;  notaları nerde?” dememek gerekiyor.

İzmir.Art: Son bir soru: Bergama Oratoryosu’nun yolculuğu nasıl olacak? Yurt dışında sergilenecek mi?

Emel Akçay Özer: 20 Eylül 2022'de Bergama Antik Kenti Asklepion Antik Tiyatrosu'nda Dünya’da ilk seslendirilişi yapıldı. Eseri mümkün olduğunca yurtdışında özellikle de Almanya'da seslendirme arzusundayız. İzmir'in dünya genelinde bir çok kardeş şehri var. Özellikle Başkanımız Tunç Soyer'in yakın zamanda açtığı  Berlin, Bremen, Bielefeld, Hamm ve Frankfurt İzmir ofislerimizin bu konuda öncü olacaklarına inanıyorum. 

Tolga Taviş: Yani bu denli derin ve özel bir eser yurtdışında yalnızca bir konserle biterse çok büyük bir israf olur. Hem yurt içinde hem yurt dışında defalarca çalınmalı, söylenmeli. Çünkü bu bir mesajdır. Tekrar tekrar verilmeli ısrarla dünyanın her yerinde. Bizim görevimiz, bu konserlere koşmak olacaktır.

 

Röportaj: Onur Eryeşil, Editöryal Çalışma: Anıl Yıldız, Sevda Aydın, Fotoğraf: Ekin Çağıl İdiman, Deşifre: Cevat Maruflu

 

 

 

Fotoğraflar
Videolar