Sanatta Kritik: Eleştirel Teori - Kültür Endüstrisi Kavramı ve Kent İlişkisi

İzmir.Art Açık Çağrı kapsamında "Sanatta Kritik: Eleştirel Teori" üst başlığında gönderilen "Kültür Endüstrisi Kavramı ve Kent İlişkisi" başlıklı yazıda Frankfurt Okulu üzerinden Adorno'nun sanata bakışı ve kültür endüstrisi kavramı temelinde bu alandaki tartışmaların kentlere etkisi ele alınmaktadır.

İzmir.Art 20 Ekim 2022

 Sanatta Kritik: Eleştirel Teori | Kültür Endüstrisi Kavramı ve Kent İlişkisi 

Mert Paker

1) Frankfurt Okulu ve Eleştirel Teori 

Frankfurt Okulu’nun kuruluşundan itibaren bünyesinde bulunan ve yetişen kuramcılarının tümünde eleştirel bakış açısı yer almıştır. Başka bir deyişle Frankfurt Okulu “Eleştiri Okulu”dur diyebiliriz. Bu eleştirel bakış açısı öncelikli olarak modernizmin toplumu şekillendiriş biçiminin ve pozitivizmin dünyayı kasıp kavuran temel paradigma haline gelmesine olan aykırı tavrıyla beslenmiştir. Pozitivizm ve doğa bilimlerinin bilim, deney ve gözlem yoluyla çözümleyici-belirlenimci tutumu eleştirel teorinin çıkış noktasıdır. Eleştirel teori ekolüne göre toplumsal değişmeyle birlikte ilerleme, hatta modern toplumun bu araçsallıkla varoluşu reddedilir. Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcus, Walter Benjamin ve Jürgen Habermas’ın çalışmaları eleştirel bir toplum kuramının yaratımına yöneliktir diyebiliriz. Frankfurt Okulu’nda yaşanan fikir ayrımlarına ve farklılıklarına rağmen genel teorik eğilim bu yöndedir. 

2) Adorno’nun Sanata Bakışı 

Frankfurt Okulu ekolünün önemli temsilcilerinden Theodor W. Adorno, eleştirel teori düşüncesi ve kuramının önde gelen isimlerinden biriydi. Herhangi bir sanat eserinin özgün aurasının ve sanatseverlerle buluşma-karşılaşma noktasının sanat galerileri olması gerektiğini savunmaktaydı. Sanatın seçkin bir kitle tarafından benimsenerek yüksek kültür ortamının yaratılması yoluyla varolmasının gerekliliğini ifade etmiştir. Adorno, 1970 yılında yayınlanan Estetik Teori (Aesthetic Theory) kitabında modernizmin, estetik anlayışı açısından sanata özgürleştirici bir katkısı olduğunu dile getirse de, modernizmle birlikte oluşan iş bölümü ve yaygınlaşan kitle iletişim araçları, kişilerin zevklerini ve duygularını da etkileyerek tüm bunların ayrışmasına neden olduğunu belirtmiştir. Örneğin fotoğraf makinelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte resim sanatının önemi azalmıştır. Resim sanatına karşı bakış açısı ve algı geri dönülemez bir biçimde değişmiştir. 

3) Kültür Endüstrisi Kavramı 

İlerleyen tarihsel süreç içerisinde kapitalizmin yaygınlaşması ve endüstri devrimi sonrası dönemle birlikte kültür ve sanatsal üretim endüstrileşmiştir. “Kültür Endüstrisi” kavramına karşılık gelen bu durum ilk kez Adorno ve Horkheimer tarafından dile getirilmiştir. Kültür Endüstrisi herhangi bir klasik sanat eserinin seri üretiminin yapılarak çoğaltılması ve bu yöntemle satılabilir bir metaya dönüşmesini karşılayan bir kavramdır. Modernizmle birlikte yaşanan uzmanlaşma ve iş bölümü, sonrasında Keynezyen ekonomik kalkınma modellerinin liberal politikalarla birlikte sekteye uğraması, küresel serbest piyasaların ana döngüsel sistem haline gelmesine sebep olmuştur. Küresel piyasanın ve devamlı kendisini yenileyen rekabetçi ekonomik sistemin varolmasıyla birlikte bir sanat eserinin özgünlüğü ve biricikliği metalaşarak değersizleştirilmiştir. Örnek verecek olursak Van Gogh, Gustav Klimt veya Picasso’nun eserlerinin günlük tüketim araçlarının üzerinde boy göstermesi ve parayla satılması, Dostoyevski veya Albert Camus’nün sembolize edilerek popüler kültür ögeleri haline getirilmesi sayılabilir. Ancak günümüzde bu durum sanat eserinin orijinalinin daha da değerli haline gelmesine ve eser sahibinin daha çok tanınmasına olanak veren bir şekle bürünmüştür. Yani Adorno’nun perspektifinden ele alınan değersizleşme kavramı, bir nevi ters bir etki halinde gerçekleşmiş olarak yorumlanabilir. 

Kültür Endüstrisi’ni betimleyen bir illüstrasyon.

4) Kültür Endüstrisi’nin Kentlere Etkileri / Kentlerde Kültür Eksenli Dönüşüm (Yerel yönetimlerin kültür sanat politikaları)

Kültür endüstrisinin yaşadığımız kentsel mekana olan yansımaları neoliberal politikalar sonrasında daha da belirgin hale gelmiştir. Ülkelerin sınırlarının kalktığı küresel ekonomik modelle birlikte, kent ekonomisinin en büyüğüne sahip olmak isteyen birçok aday, kentsel rekabet içerisine girmiştir. Kapitali kendisinde toplamak isteyen metropoller, küresel ekonomi pastasından en büyük dilimi almak için yarışmaktadırlar. Milenyum sonrasında günümüze kadar gelen süreç içerisinde ise yükselen değer olan kültür, kendisine ait bir ekonomi yaratmayı başarmıştır. Müzik, medya, tasarım, moda, gastronomi ve kültür-sanat alanında kendilerini pazarlamak ve nitelikli göçle birlikte turizmi arttırmak yerel yönetimlerin en önemli amaçlarından biri haline gelmiştir. Yaratıcı kentler ağının yaratılması, kültür-sanat dünyasıyla profesyonel anlamda ilgilenen tüm aktörleri bünyesinde barındıran yaratıcı sınıfın kentlere olan göçünü hızlandırmıştır. Sanat eserlerinin özgünlüğü ve metalaştırılmaması gerektiği inancı, ekonomik sistemin saldırgan ve rekabetçi ortamı karşısında yenildiği gibi, kentlerin biricikliği ve yerelliklerinin korunması gerektiği düşüncesi de turizmin geliştirilmesi adı altında kentleri standardize ederek birbirine benzer ve tekdüze birer mekan haline getiren pazarlama mekanlarına dönüştürüyor olabilir mi acaba?

Kaynaklar: 

Kahramanoğlu, F. (2017). Eleştirel Teori Bağlamında Teknoloji ve Sanat İlişkileri, Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2017 İstanbul.

Rutli, E. E. (2011). Max Horkheimer ve Theodor Adorno’da Eleştirel Teori ve “Kültür EndüstrisiKavramı, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2011 Ankara. 

Yaman Kurt, A. (2009). Adorno ve Horkheimer’ın Kültür Endüstrisi Eleştirisi Üzerine Bir İnceleme, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2009, İstanbul.

Görsel: https://backyardphilosophy01.

files.wordpress.com/2014/07/culture-industry.jpeg

Mert Paker

 

Fotoğraflar
Videolar