Semih Çelenk ile Teori ve Pratikte Köy Tiyatroları

27 Mart Dünya Tiyatro Günü kapsamında hazırladığımız 'Köy Tiyatroları' dosyamızın bir diğer aşaması Balıklıova Köy Tiyatrosu oldu. Yaklaşık 12 yıl önce soğuk bir kış günü başlayan Balıklıova Köy Tiyatrosu'nun nasıl kurulduğunu, köy tiyatrolarının yapısal ve toplumsal etkileri üzerine konuştuğumuz Prof. Dr. Semih Çelenk, sanat üretiminin yerel dinamikleri nasıl etkilediğine ve ayrıca gelecekte neler olabileceğine ilişkin detaylı bir şekilde sorularımızı yanıtladı.

İzmir.Art 29 Mart 2022

"KÖY TİYATROSU BENİ DE GELİŞTİRDİ"

 

27 Mart Dünya Tiyatro Günü kapsamında hazırladığımız 'Köy Tiyatroları' dosyamızın bir diğer aşaması Balıklıova Köy Tiyatrosu oldu. Yaklaşık 12 yıl önce soğuk bir kış günü başlayan Balıklıova Köy Tiyatrosu'nun, nasıl kurulduğunu, köy tiyatrolarının yapısal ve toplumsal etkileri üzerine konuştuğumuz Prof. Dr. Semih Çelenk, sanat üretiminin yerel dinamikleri nasıl etkilediğine ayrıca gelecekte neler olabileceğine ilişkin detaylı bir şekilde sorularımızı yanıtladı.

"DEĞİŞTİRECEK OLAN POTANSİYELDİR"

İzmir.Art: Balıklıova'da başlattığınız köy tiyatrosu, özellikle yerel dinamikleri nasıl etkiledi, sizce nasıl bir değişim yarattı?

Semih Çelenk: Bizde genelde aydınlanmacı bir hikaye var. Okumuş biri, bir yere gider ve orayı değiştirir gibi bir algı hakim. Benim bu köy tiyatrosu hikayesine de böyle bakılıyor sanırım. Mesela 1930'lu yıllarda, Mustafa Anarat adında bir öğretmen, Bademler Köyü'ne geliyor ve köylülerle beraber tiyatro yapalım diyor. Açık havada, meydanda oynanıyor bu oyunlar ve bir de bakıyoruz ki 90 yıllık bir hikaye çıkmış ortaya. Şimdi bunu tek başına bir dış dinamiğin gelip yapması imkansız bir şey. Bu nedenle bunu yapabilecek şey bence orada söz konusu potansiyelin olmasıdır ki bizim hikayemiz de böyle oldu.

2011'de, köye daha sık gitmeye başladığım zamanlardı. Kısmi olarak Balıklıova'da yaşıyordum. Hem dinlenmek hem de üretmek için. Orada yazıyordum oyunları falan...Bir kışımı geçirdim köyde, bana dediler ki bir 'tiyatro kurabilir miyiz, bir oyun çıkarabilir miyiz bu kış?' Ben de düşündüm, olur dedim. Ne yapabiliriz diye baktım ve Rumuz Goncagül'ü buldum. Oyunun açık olması lazım ki hani yapılan hatlar oyunun içinde tolere edilsin. Tabi zaman değişimi artık kimse rumuz ile yazmıyor. Oyundaki gibi kimse koca bulmuyor, çöpçatanlar var oyunda, artık elektronik çöpçatanlık var falan filan gibi. Ya da sosyal medya veya başka sosyal ortamlar var. Eskimiş bir oyun ama hikayesi çok eskimemiş bir oyun olduğu gibi evlilik ve barınma gibi herkesi ilgilendiren konular. Açık bir oyun ve komedisi yüksek bir oyun.

"ENDEMİK DRAMATURJİ ADINI VERDİM"

Oyunun fotokopilerini çektim oyunculara vermek üzere, gittim ilk gün okuyoruz, fark ettim ki okuma alışkanlığı yok. Çünkü herkes çalışıyor, işi gücü var hepsinin. Okumaya başlayınca çok kitabi, keserek okumalar falan...Düşündüm, kim gelip bunu seyreder dedim kendi kendime, bu şekilde. Düşünüyorum bu arada, sonra kendime dedim ki, sen burada 25-30 yıllık kariyerini gömer gidersin  ama bırakmak istemedim, çareler aramaya başladım. Nasıl organik, doğal olabilir diye kafa yoruyorum. Sonra bir gün dedim ki onlara buranın, Balıklıova'nın bir ağzı şivesi yok mu? Bana, 'Çok belirgin değil ama var' dediler. O şekilde buranın ağzıyla okuyun dedim. Baktım biraz daha organik oldu. 'Endemik dramaturji' adını verdim ya da dedikodu dramaturjisi diyorum buna. Köydeki tavırlardan kişilerden, kişilerin hayatlarından yola çıkarak böyle endemik bir dramaturji  yapmaya başladık ki bu da işe yaradı. Sonra esprilerle anlık doğaçlamalarla, onların da zevk almasını sağlamaya başladık. Öyle kitabiliğinden, soğukluğundan başladı sonra neşeli, coşkulu bir hal almaya başladı.

"SORUNU ÜRETEREK AŞTIK"

Köy tiyatrosunun temeli zaten harman tiyatrosudur. Hasat yapılıp harman kalktıktan sonra neşeli bir kutlamadır. Biz de adeta eğlenmek üzere bir araya geliyoruz Balıklıova Köy Tiyatrosu'nda. Hala devam ediyor. Böyle bir formülle olayı aştık ama nasıl aştık süreç içinde. Sorunu ve problemi görerek, problemle karşılaşınca anında çözüm üreterek yapmaya çalıştık. Bu durum, Balıklıova Köy Tiyatrosu beni de süreç içinde acayip geliştirdi.

"ETKİLEŞİMİ FAZLASIYLA ETKİLEDİ"

Tiyatro, köyün hayatında neler değiştirdi şeklindeki sorunuza cevap olarak, bunu tespit etmek zor. Arkadaşlarımıza soruyorlar bazı röportajlarda, diyorlar ki tiyatro öncesinde bir cümle söyleyemezdim şimdi şakır şakır konuşuyorum. Hiç konuşmayan bir arkadaşımız vardı şimdi tezgahtarlık yapıyor. Konuşmayı, sosyal etkileşimi fazlasıyla artırdı. Bunun dışında belki de iki kuşak sonra bambaşka bir şekilde etkisini göreceğiz ancak dediğim gibi şu anda kestirmek mümkün değil.

İzmir.Art: Oyuncular köyde yaşayan insanlar, dediğiniz gibi kimi tarlada çalışıyor kimi köyün fırınında. Oyuncuların yaşadığı yerde hem üreten hem de oyun çıkarıyor konumda olmaları köy sosyolojisi bakımından daha güçlü bir etki yaratıyor mu, ya da ne gibi etkileri oluyor?

Semih Çelenk: Aslında ben gerçek edalarını tavırlarını düşünerek de rol dağılımı yapıyorum. Hani şu rol, aksak davranan için daha iyi veya daha kabadayı ise  şu rol ona daha çok uyar gibi ama mesela köyün kendi hayatı içerisinde şöyle şeyler oluyor. Örneğin Rumuz Goncagül'de bir abimize pezevenk rolü vermiştik, Refik Mayısoğlu rolünü oynuyordu. Herkes pezevenk pezevenk diye seslenmeye başlamış oyundan sonra. Çünkü çok etkiliyor roller hayatın içinde. Sonra gelip bana dedi ki, "Hocam bundan kurtar beni bir daha ki oyunda bana bu durumu unutturacak bir rol verir misiniz?" Tamam dedik. Bir sonraki oyunda Midas'ı oynuyoruz, Midas yaptık, kral oldu. Ondan sonra pezevenk kral diye seslenmeye başlamışlar. Adam kurtulamadı bir türlü. Tiyatro burada hayatı ciddi şekilde etkiliyor.

İzmir.Art: Köydeki tiyatronun oluşumunda, köy tiyatrolarına bakıldığında izleyicinin algılayışı nasıl, bir kentli tiyatro gibi mi yoksa köy tiyatrosunu farklı bir gözle mi izliyor sizce?

Semih Çelenk: Köy tiyatrosu başlığı altında baktığımızda çok fazla şey var aslında biz geçmişte köy tiyatrosu dediğimizde şunu anlıyorduk. İnsanlar tıpkı Dionysos şenliklerinde olduğu gibi harmanı kaldırırlar ve onu kutlamak için kendi yaşamları hikayeleri ile ilgili oyunlar oynarlar. Ne oynarlar mesela, işte kötü ruhlar, siyah olur, doğa, gelin olur işte gelini kaçırmaya çalışan kötü ruhlar falan, böyle mitolojik şeyler oynanır.  Çıkış böyledir ama sonrasında bunun modernleşmesiyle beraber bize göre cumhuriyet modernleşmesiyle beraber kısmen köylerde kaldığını folklorik hale geldiğini ve unutulduğunu görüyoruz.

İKİNCİ DALGA KÖY TİYATROLARI

Sağolsun kimi hocalarımız Nurhan Karadağ gibi (rahmetli) bunları sınıfladılar, kitaplara kayıtlarını düştüler. 'Köy Seyirlik Oyunları' adında bir çalışması var Nurhan hocanın. Konuya ilişkin birkaç çalışma daha var. 1930'lu yıllarda mesela Bademler'den başlayan ikinci dalga diyebiliriz buna. Köy tiyatrosu hareketi ise şöyle bir şey, artık kent ve köy ayırımı sadece sosyolojik olarak kaldığı için, köy tiyatrosu folklora dönüştüğünden bugün yapılan tiyatro kentte üretilmiş ve köyde oynanmış bir tekrarı da olabiliyor. Bizim tiyatromuz baktığımızda, bizimki köyde yerleşik bir tiyatro ama daha çok kentte oynuyor ama aynı zamanda kendi repertuarını kullanıyor.  Aslında kent için yazılmış oyunları oynuyor. Köyle ilgili bir şey yalnız tek farkı kendi duruşu tavrı, yaşantısını bir üslup olarak yansıtıyor oynarken. Bademler'de de kısmen böyledir. 

"İZMİR ÖNCÜ BİR ŞEHİR"

Bizim bu hareketimizin de etkili olduğunu tahmin ediyorum. Son zamanlarda Köy Tiyatroları Festivali'nin buluşmaları, görünür olmaya başladı. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin öncülüğünde birkaç köy tiyatrosu daha oluşturuldu. Reisdere, Özbek, Yelki, Ulamış, Çamlı gibi. 2 taneydik, sonra 3 oldu, şu anda 8 tane oldu İzmir'de. İzmir aslında bir öncü bu yeni nesil köy tiyatroları bakımından.

"SANAT DEĞİŞTİRİR DÖNÜŞTÜRÜR"

Şöyle söyleyebilirim. Bu yeni kurulan köy tiyatroların eskisiyle ilgisi yok -köy de yeniden biçimleniyor- ama şununla bir ilgisi var: Hayat değişiyor ve bütün yaşam odakları bu kuruluktan sıkılıyor. Benim idealim şuydu, bu işe başlarken, ben bütün yaşam odaklarında çeperde sanat odakları oluşsun istiyordum. Bakın hep bu örneği veriyorum. Norveç'in Skruk Korosu var. Bir kasaba korusudur bu ama dünya çapında konserler verir mesela, çok çok iyi bir korodur. Ben de isterim ki bizim de bir kasabanın bir köyün korosu, halk dansları topluluğu filan olsun hani. Bugün artık her şey mümkün. Her şeyi görebiliyor, bakabiliyoruz...İnsanlar artık yeteneklerini geliştirebiliyor, internet üzerinden...Değişimle beraber buralardan, köy dediğimiz ama aslında şehirden pek farkı kalmayan bu yerlerden yeni şeyler doğacak...Amerika'da 'seyirci inşa etmek' kavramı üzerinde duruyorlar. Biz böyle bir şeyi önemsemeyiz, geliyorlarsa geliyorlar diyoruz, oysa seyirciyi çok önemsemeliyiz. Bu sanat alanıdır, toplum buradan dönüşüyor baktığımızda. O sanat seyircisi iki tane bineali gezmiş İstanbullu ile hiç bineali görmemiş İstanbullu arasında fark vardır. Köyde on oyun oynamış arkadaşımızla hiç oyun oynamamış arkadaşımız arasında fark vardır. Neden, arkadaşlarımıza soruyoruz, "İnsanlara ve olaylara bakış açımız değişti" diyorlar mesela. Sanat, geliştirir, dönüştürdüğü gibi toplumsal barışa da katkı sunun bir dinamiktir.

 

İzmir.Art: Hem oyun yazıyor hem de yönetiyorsunuz. Size gelip, -Balıklıova Köy Tiyatrosu'ndaki arkadaşlarınız- biz de oyun veya benzeri bir şeyler yazalım şeklinde talepte bulunuyorlar mı?

Semih Çelenk: Bizim toplumda böyle bir şey yok. Ben bir Hamlet yapalım diye girişimde bulundum, Hamlet Renkli Türkçe diye bir uyarlamam var. Tamamen geleneksele uyarladığımız, hatta biraz da politik bir oyundu. Hamlet köyüne döndüğünde, annesini Ofelle'yi türbanlı buluyor, amcası iktidarı ele geçirmiş, mezar kazıcılar İbiş ile Keloğlan, Poloinus hacı, takunyalı, ondan sonra Leartes ülkücü falan.... Kandille dönüyorlar orta oyundaki gibi… Tam Geleneksel Türk tiyatrosu gibi, sonunda, "Her şey vatan için" diyor Fortinbras Paşa geliyor en son olaya el koyuyor yani o kadar kan gövdeyi götürdükten sonra... Oyundaki anlatıcı da Egeli bir bekçi, şiveli biri. Ben size meseleyi anlatayım diyor, Mesele, imdat dedim mi yardıma koşan çok olur, mesele imdat diyene kadar beklememektir. Demokrasi vurgusu yapıyor... Yazma ile ilgili bir talepleri yok ama komediyse, şu anda repriz yapıyoruz 8 yıl aradan sonra Vatan Kurtaran Şaban oyununu. O kadar mutlular ki, sözler anlaşılıyor, hemen ezberleri çıktı. Üzerine çok espri koyuyoruz. Kimse böyle Vatan Kurtaran Şaban izlememiştir Haldun Taner'in. Bizimki yerel profesyonel bir tiyatro diyelim. Kendine has bir kumpanya tadı var ki ben de onu seviyorum aslında.

İzmir.Art: Sanatsal üretim açısından biraz konuşmak istiyoruz... Köyde üretmek ile şehirde üretmek süreçleri birbirlerini, nasıl besliyor, nasıl etkiliyor?

Semih Çelenk: Oyun evrenim tek, ya da yaratı evrenim, yeni nesil dille içerik üretimi diyelim buna ya da hikaye üretme tiyatro üretme gibi diyelim. Bazı dışsal unsurlarla etkileşime girdiğinde ortaya çıkıyor. Başka yerde başka bir şekilde ortaya çıkıyor. Örneğin "Gelin Tanış Olalım" da bizim  Fırat (Tanış) ile farklı farklı işler yaptık ama aynı kaygı ile oluştu. Ben toplumun ortak bir metninin olmamasına takılıydım. Yani dinsel olabilir veya laik olabilir, ortak bir metni yoktu bu toplumun ama bu toplumun ortak metni yok mu sahiden diye düşününce baktım ki var aslında. Örneğin, deyişler var, Yunus Emre, Pir Sultan var. Hani sokağa çıksak, Siirt'te de Konya'da da Trabzon'da ya da Ödemiş'te çıksak mesela sokağa desek ki 'gelin tanış olalım' diğeri de 'işi kolay kılalım' der. Tamamlanmayacak hiçbir yeri yok. Çünkü Yunus herhangi bir ırka etnisiteye başlı biri değil baktığında....Bu toplumun ortak bir dili ortak bir konuşma metni olmalı. Hırsız hırsızdır, katil katildir; senin, benim katilim olmaz ki. Sadece kendi benzerlerimizle yaşarsak bu korkunç olur... 'Gelin Tanış Olalım'da ikimizde de bu toplumsal diyalog, bu iletişim eksikliği neden, sorusu üzerinden gittik ve yeni bir merhaba deme zemini bulmak istedik. Aslında Balıklıova'daki köy tiyatrosunun kaygısı da buydu bir değişim yaratmak.

 

"ŞAİR EŞREF ÇALIŞIYORUZ"

Şu anda Şair Eşref çalışıyorum. 3 tane erkek oyuncu var, yaylı tambur için yapıldı bu oyun. Müzikal anlatım için daha çok kafa yordum bu dönemde. Klasik Türk musikisinden 8-9 tane eser var oyunun içinde. Fantastik bir  anlatı, Şair Eşref ile ilgili oyunumuz. Mehmet Ulay, Tamer Levent ve Müfit Kayacan oynuyor. Üç tane usta oyuncu. Orada da hikaye şu: Yazma ve yaratma, söz söyleme özgürlüğünü temel alıyoruz. Bunları kaybettiğinde aslında herkes kaybediyor. İktidar da kaybediyor. Neden çünkü, mutlakiyetçiler, sağdan ya da soldan olsun fark etmiyor. Mutlakiyetçi fikir hep ben olmalıyım şeklinde düşünüyor. Bu tutum senin ölümüne neden olur. Çünkü etkileşim olmazsa ölüm olur, bu kadar basit. Muhalefet olmazsa iktidarın varlığı olmaz...Tartışacağın kimse yok, fikir üreteceğin kimse yok. Bütün canlı organizmalar yaşamaya teşnedir. Kavga ederek yaşar...Bu nedenle virüse, hastalıklara ihtiyacımız var. Midemize bir şey dokunuyor ve mide ona bir çözüm üretiyor ve bu şekilde gelişmiş bir mide oluyor onunla birlikte. Ama biz hiç bir çatışma, karşıtlık olmadan aksiyon olsun, ben dramatik sanat uzmanıyım, çatışma olmadan aksiyon olmaz bu bir kuraldır. Fizikte de bu bir kuraldır, etki-tepki. Bakıldığında evren böyle var oluyor. Köy seyirlik oyunlarını konuştuk, orada da ölüm-yaşam, ak-kara, hep bunlar üzerinde kurulur.

İzmir.Art: Yarımada(Balçova-Narlıdere-Güzelbahçe-Urla-Karaburun) pandemi ile beraber ciddi bir göç aldı. Bir iç göç zaten vardı, ikinci konut şeklinde ancak dışarıdan da aldığı bu yoğun göç ile beraber köy tiyatrosunu, hem üretimi hem de izleyiciyi nasıl etkileyecek, neler düşünüyorsunuz?

Semih Çelenk: Şuna çok dikkat etmeye çalıştım her zaman için, bir yerin gelişmiş olması, şey değil, Balıklıova köy olarak kalsın, hayatına bir köy olarak devam etsin. Çünkü oradaki enginar, nergiz, balıkçılık, tarım hayatı devam etsin. Bunlara kötü etki yapacak herhangi bir şey burayı köy olmaktan çıkarır zaten. Birincisi köylere mahalle yapıldı, mahalle adları verildi. Tunç Soyer Başkan o zaman Seferihisar Belediye Başkanı‘ydı, buna karşı çıkmışlardı, köy hareketi olarak, ben de o dönem çok destek vermiştim. Köy köydür, mahalle yumurtası diyemezsin o köy yumurtasıdır. Neden çünkü orada bir pastoral hayat var. Kırsal hayatı temsil eder, ilk yaşamı, özü temsil eden bir şeydir. Bunun özelliklerini korumak gerekiyor. ama biz modernleşmeyi sadece oradaki yerelliği modernleştirelim diye bakıyoruz. Daha iyi olacağı düşünülüyor oysaki; hayatı daha rahat daha eğlenceli hale getirmek önemli. Mesela bizim tiyatroyu kış için, kış döneminde eğlenceli hale getirmek için yola çıktık. Neden köy tiyatrosu dediler, can sıkıntısı, sanat, varoluş sıkıntısından çıkar. Sanatın doğasına uygun davranmışız.

"GÖÇ BURAYA KATKI KOYMALI"

Burada insanların aldığı bu göçün içinde, sanatçılar kültür insanları, bilim insanları var. Bizim köyde örneğin şöyle şeyler çok duydum ben-çok da gurur duydum, mutlu oldum-keşke senin gibi insanlar gelip köye yerleşse, 'çünkü köye bir katkın oldu' anlamında söylüyorlar. Göle gelen bir doktor da olabilir, bir müzisyen de olabilir, bir veteriner de. Önemli olan buralardaki göç, olanaklar yaratıp buraya katkı koymasıdır. Örneğin bir koronun olması, bir dans topluluğunun olması, ya da mesela bir ressam gelir, atölye yapar köylü kadınlara, orada bir Balıklıova Köyü Kadınları Resim Atölyesi açar. Yani oraya dair olur. Bunlar köyün varlığını koruyacağı gibi buraya aynı zamanda katkı koyar.

Bunun yanı sıra tarihsel perspektiften yararlanmak da mümkün. Bildiğiniz gibi 15'inci yüzyılda burada büyük savaş yaşanmış, Börklüce Mustafa meselesi, -benim yerleşme nedenlerimden biri budur- balat opera yazmayı düşünüyorum Karareis diye, Börklüce Mustafa meselesini anlatan bir opera olacak. Hep Bedrettin, öne geçmiş bu meselede, Börklüce asıl kahraman olmasına rağmen, Nazım Hikmet'in bu konu hakkındaki destanında (Şeyh Bedrettin Destanı) burada yaşayanlar bu toprakları kardeş sofrası yapmak için diyor. Destanda, /.../Hep bir ağızdan türkü söyleyip/hep beraber sulardan çekmek ağı/demiri oya gibi işleyip hep beraber/hep beraber sürebilmek toprağı/ballı/incirleri hep beraber yiyebilmek/yârin yanağından gayrı her şeyde/her yerde/hep beraber!/diyebilmek için .../

Bir festival yapacağız, belediyeden bir arkadaş geldi. Anlattım bir 'Kardeş Sofrası' yapacağız, herkes bedava yiyecek ve de yaptıklarını hazırladıklarını birbirine getirsin. Olmadı, belki de anlamadılar. Kültürel ve tarihsel perspektif açısından bakılmamış. Kardeş Sofrası diye bir festival dünyada yoktu. Başka bir tarihsel olay anlatayım. Köy Atatürkçü bir köy, dedim ki buranın bilinen zenginliği olan enginar, bu enginarı, Atatürk hasta yatağında, yaveri Salih Bozok'u çağırıyor ve diyor ki 'Çocuk, çok merak ettiğim bir tat var. Enginar, hiç yemedim merak ediyorum.' Atatürk vefat edecek üç-beş güne. Yaveri dışarı çıkıyor ağlayarak, iyi bir aşçı getiriyorlar, enginar bulunuyor, yapılıyor ve yiyemiyor. Vefat ediyor.

Olaya bakıldığında dedim ki bakın çok güzel bir şey yapacağız, beyaz böyle, Teodoros Angelopulos 'un filmlerindeki gibi beyaz uzun bir sofra kuracağız sahile.  Baştaki sandalyeyi boş bırakacağız dedim. Herkes tatlı, turşu reçel yemek kızartma ve salata yani enginarın her çeşidini yapacağız. Parasız olacak, sonra biz buna Atatürk Sofrası adını koyacağız. Dedim ki bu festival Türkiye'de burayı bir numara yapar. Anlatamadım ya da anlamadılar.

"HEMHAL OLUP ÜRETMEK ÇOK ÖNEMLİ"

Tarihsel ve kültürel olarak oranın değerini yükseltmek gerekir. Göç konusunda 20 kişi geleceğine bir kişi gelsin. Gelen insanlar buranın hayatını da anlayacak insanlar olması gerekir. Bu kültürle, sanatla, tarih bilgisi, tarihsel perspektifle olur ve o topraktan olumlu değer çıkartmak gerekir. Gelen insanın, değiştireceğim, dönüştüreceğim yerine bence de sadece fikir şu olmalı: Kendini çok fazla dayatmadan, kibir yaratmadan dışardan gelenin, orayı tanıyarak, anlayarak ve burayla hemhal olarak bir şeyler üretmesi çok önemlidir. Bu tecrübeyi yaşamış biri olarak, bunu söyleyebilirim. İyi olacağını düşünüyorum geleceğe dönük olarak. Yani bu etkileşimin iyi sonuçları doğuracağını düşünüyorum.

27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde, Balıklıova Köy Tiyatrosu olarak Nisan ayı sonunda "Vatan Kurtaran Şaban" oyunun promiyerini yapacağız...

 

Hazırlayanlar: Tayfun İçsel-Mehmet Emin AL

 

Fotoğraflar
Videolar