Sınırsız Bir Etkileşim: Kent ve Kamusal Enstalasyon
Selma Kozak, kaleme aldığı inceleme yazısında: "Bir kentle diyalog kurmak mümkün müdür?" sorusundan hareketle, "Etkileşim" kavramı üzerinden, kent - mekan - sanat ilişkisini, kamusal enstalasyon pratikleri üzerinden ele almıştır. Kent ve sanat üzerine düşünmek isteyenler için...
Sınırsız Bir Etkileşim:
Kent ve Kamusal Enstalasyon
Selma Kozak
Kent, duvarlarının üzerine, sokaklarına yazılır.
Fakat bu yazma işlemi hiçbir zaman tamamlanmaz.
Kitap hiçbir zaman bitmez ve içinde her zaman
çok sayıda boş ya da yırtık sayfa vardır.
Henri Lefebvre,
Kentsel Devrim, 2015, s.116
Diyalog kurmak için karşılıklı konuşan iki kişiye mi ihtiyaç vardır? Ya da bir kentle diyalog kurmak mümkün müdür?
Etkileşim kavramı, bugün bu sorulara cevap veren en önemli olgu ve aynı zamanda sosyo-kültürel bir fenomen olarak hayatlarımızın merkezinde yer alır.
İlk kez 1832 yılında kullanılan (bkz. Merriam-Webster Dictionary) ve Latince “interactio” kelimesinden gelen “etkileşim” sözcüğünün en temel anlamı, herhangi bir ortamda karşılıklı olarak etkilenme halidir. Etkileşim bir sistem ya da bir ürün aracılığıyla diyalog yaratma prensibi üzerinde ilerler ve duygusal, fiziksel, doğal ya da başka şekillerde tezahür eder.
Öte yandan, gündelik hayatta bu “etkileşim halini” en çok deneyimlediğimiz yerlerden biri kenttir. Coğrafi olarak sınırları belirlenen kentler, yaratıcı anlamda sınırsız deneyimler sunan, çok kültürlü, çok dilli ortamlardır. Kentin özünde var olan çok katmanlı kültürel dinamikler, kapasitesi bakımından ele alındığında içerisinde yaşayan bizlere hayret uyandırıcı yaşama deneyimleri sunar. Henri Lefebvre bu durumu şu şekilde açıklar: “Bugün kent olgusu, devasalığıyla hayret uyandırır; karmaşıklığı bilginin araçlarını ve pratik eylemin enstrümanlarını aşar. Kent olgusu öncelikle çeşitlilik arz eden betimleme metotlarından doğar” (2015, ss.47- 48). Dolayısıyla kent olarak adlandırılan sistem, sürekli dönüşümü, değişimi temsil eden, yaratıcı potansiyelleri, olanakları, bilgi stratejilerini içerisinde barındıran bir sistemdir.
Günlük hayatta pek çok “durum” ya da “karşılaşmaya” şahit olduğumuz kentler bize aynı zamanda entelektüel yaşantılar sunar. Günümüzde sanat ve tasarım aracılığıyla deneyim yaratma, etkileşim kurma gibi meseleler öncelikli konular haline gelmiştir. Kamusal enstalasyon, artistik yaklaşımlar içerisinde bu etkileşimi kuvvetlendiren bir uygulama olarak pek çok disiplin içerisinde kendine alan açmış durumdadır. İzleyici-katılımcı-eser arasındaki diyalog kamusal enstalasyonun egemen unsurlarından biri olduğundan dolayı bu sanat türü etkileşim, iletişim ve şölenselliği ve bazen de teatralliği önemser.
Yanı sıra, Guy Debord (1931-1994) öncülüğündeki Sitüasyonist Enternasyonal (1957-1972) hareketin sanatı gündelik hayatın bir parçası haline getirme arzusu ve bu arzunun yarattığı kenti merkez alan, bu merkezde toplum-sanat ve ikisi arasındaki ilişkiyi politik bir düzleme taşıma vizyonu; daha sonra büyük oranda postmodern sanatçıların mekân seçimine yönelik ideolojik sorgulamaları gibi çeşitli entelektüel spektrumda değerlendirilebilecek arayışlar meydana getirmiş ve bu bağlamda çağdaş kamusal enstalasyon anlayışının gelişmesinde etkili olmuştur. Dolayısıyla, günümüzde başat artistik bir janr (genre) olan enstalasyon, kamusal alanlarda enstalasyon ilkelerine bağlı pek çok form, materyal ve yöntemin kullanıldığı heyecan verici postmodern bir sanat pratiği olarak kentlerde arzı-ı endam eder. Sanat-teknoloji ortaklığı ise bu sanat türünün genişlemesine, disiplinlerarası sınırların bulanıklaşarak, her yerde ve çeşitli şekillerde uygulanabilir olmasına yardım eder.
İzleyicinin varlığına ihtiyaç duyan enstalasyonun, buna göre organize edilmiş veya modellenmiş olması karşılıklı etkileşim ve deneyim kurma ilkesini güçlendirirken kolektif etkileşime de katkı sağlar. Ilya Kabakov, “her enstalasyonun, kurulduğu ‘yer’e inanılmaz derecede, hatta gerçek olması imkânsız derecede duyarlı olduğunu ileri sürmüştür ve enstalasyonu tamamen izleyiciyi hedef alan bir tür olarak görmektedir. Sanatçı ise, eseri yaratmak suretiyle, izleyicileri kendi gündelik deneyimlerine yoğunlaşmaya sevk ederek onlara bir aşinalık duygusu aşılar” (Aktaran: De Oliveira 2005, ss.15-80). Bugün pek çok eserin gerçek mekân ve zamanda izleyiciyi kendi sanatsal eylemine davet etmesi ve hatta ‘immersive’ (kapsayıcı, sürükleyici) etkileşimler yaratması kamusal enstalasyonu Bakhtinvari anlamda diyalojik bir ortama taşımaktadır.
Kentler yaratıcılar için büyük bir “tabula rasa" haline gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, kentin boş alanları, yerleri ve yüzeyleri yaratıcı performansı provoke eden ortamlardır. Sokak, park, metro istasyonu, alt geçitler, yaya geçitleri, bina duvarları, ya da tek edilmiş bir alan, sanatçı ve tasarımcılar için birer sanat-tasarım uygulama ve sergileme alanıdır. Sanatçılar bu ortamlarda geçici ya da kalıcı olarak eserlerini sergilerler. Bu bağlamda, kent hem izleyici hem de yaratıcılara sınırsız, duvarsız etkileşim alanları sunar. Kentle yaptığımız her türlü şahsi veya müşterek değiş tokuş bu etkileşimi kuvvetlendirir ve kent yaratıcı bir var oluş mekânı haline gelir.
Kuşkusuz kamusal enstalasyon pratiği sanat mekânının anlamını kökten şekilde değiştirmiştir. Sanat eseri artık kutsal bir nesne olarak görülmekten uzaklaşır. Alışılagelmiş şekilde “beyaz küpün” içinde değil de dışında olmayı tercih eden sanatçı, aynı zamanda sanatta demokratikleşmeyi teşvik etmektedir. Bu sayede, çağdaş sanat eserinin yeri sadece müze ya da galeri veya sınırları belirlenmiş, duvarlarla örülmüş alanlar değildir. Aynı zamanda ücretsiz ve herkese açıktır.
Sanatın demokratikleşmesini teşvik eden ve eserlerinde bu ideolojik tavrın varlığını gözlemlediğimiz, Amerikalı grafik tasarımcı, sanatçı ve akademisyen Sheila Levrant de Bretteville (1940), genellikle, kent içerisinde azınlık grupların ya da marjinalleştirilmiş kitlelerin yaşam alanlarına odaklanır. Mekânlar söz konusu olduğunda, Levrant de Bretteville, “kentlerde belirli bir cephe/yön/kenar (side) tercih ettiğini” belirtir (25 Eylül 2019 tarihinde kendisiyle yapılan röportajdan). Bir sanatçı olarak kentlere katkısını, az gelişmiş mahalle, çevre ya da bölgelerde seçtiği cephe, duvar, yaya yolu, otoyol geçitleri gibi yerleri estetize ederek sağlar; 1999 yılında New York’taki Inwood metro durağının tamamına yerleştirdiği mekâna özgü çalışmadaki ideolojik tavır aynıdır. New York’taki en uzun metro hattı olan 207th Street (207. Cadde) üzerinde bulunan Inwood istasyonunun duvarlarına ve zeminine o bölgede yaşayan insanların, istasyonu kullanan yolcuların kendi kişisel hikâye ve deneyimlerini yansıtır. ‘At the start... At long last...’ (Başlangıçta... Sonunda...) enstalasyonu, metro yolcularını güne başlarken ve gün sonunda kendi düşünceleriyle cümle kurmaya davet ederken, sanatçı eserlerine yerleştirdiği semiyotik anlamlar aracılığıyla eser-izleyici ekseninde kişisel bağı ve etkileşimi arttırmayı amaçlar.
At the start... At long last... ‘da kullandığı “üç nokta (…)” sanatçının kendi yaratıcı dilinde, ‘açık uçlu olma halini’, ‘yoruma açık olmayı’ ya da ‘sınırlanmamış olmayı’ (open ended) temsil eder. Diğer insanların düşüncelerine yer verme durumunu somutlaştırarak eser izleyici arasında diyalog kurmanın yolunu açar. İzleyiciyi kendisiyle konuşmaya davet ederken aynı zamanda zihinsel bir yolculuğa yönlendirir. Başkalarının hikâyelerine ve bölgede yaşadıkları deneyimlere şahit olma olasılığının da kapılarını aralamış olur. Levrant de Bretteville’in bu duruma yaklaşımı açıktır: “Partiler, belirli bir çevre, seçkin bir grup ya da bu gruplara kabul prosedürleri gibi insanları dışarıda bırakan, dâhil etmeyen her türlü sisteme karşıyım. Ve bunu telâfi etmenin bir yolu, kentlerin unutulmuş, görmezden gelinen kesimlerindeki ötelenen insanlara kulak vermek ve yardım etmektir. Dolayısıyla mümkün olduğunca, başkalarının düşüncelerine yer vermek olarak gördüğüm üç nokta (...) gibi işaretler kullanmayı tercih ediyorum” (Aktaran, Sfligiotti, 2016).
Sheila Levrant de Bretteville, At the start... At long last..., 1999, Inwood, New York. Fotoğraf: Selma Kozak, 15 Aralık 2019
New York, bugün dünyada en çok kamusal enstalasyonun bulunduğu şehirlerden biri olarak ilham verici bir boyutta diğer kentlere öncülük etmektedir. New York’un metro istasyonlarına baktığımızda, bu yer altı mekânlarında pek çok kamusal enstalasyonun var olduğunu görürüz. Gündelik telaş içerisinde, bir yerden bir yere yetişme koşuşturmacası arasında sanatçıların eserlerine rastlama olanağını ve keyfini yaşatan mekânlardır. New Yok 59th Street-Columbus Circle metro istasyonuna yerleştirilen, kavramsal sanatın öncülerinden Sol LeWitt’in ‘Whirls and Twirls (MTA)’ (2009) enstalasyonu New York sakinleri ve ziyaretçilerine bu deneyimi yaşatan bir diğer eserdir. LeWitt’in sanata kavramsal ve minimal yaklaşımının kamusal alanda tezahürü olarak New York’un bir parçası haline gelen yapıt, dönen bir kaleydoskop şeklinde kent sakinleri ve metro yolcularının gündelik hayat deneyiminin bir parçası olurken, sanatçının tercih ettiği, gökkuşağını anımsatan renkli artistik dil bu deneyimi renklendirir, canlandırır.
Sol LeWitt, Whirls and Twirls (MTA) 2009, 59th Street-Columbus Circle (59. Cadde), New Yok. Fotoğraf: Selma Kozak, 26 Aralık 2019
Bu örneklerden esinlenerek İzmir’e uzanan kentsel deneyim yolculuğunda, İzmir çağdaş enstalasyon pratiği açısından elverişli mekân potansiyellerine sahip, kent-toplum ilişkisini diyalektik taban içerisinde tartışabilecek zemini içerisinde muhafaza eden ve bu sayede entelektüel bir etki yaratacak örnekleri kent mekânlarında görmenin mümkün olduğu bir şehirdir. İzmir’in metro istasyonları görece olarak artistik faaliyetler için kullanılmaya başlanmıştır. Fahrettin Altay metro istasyonunda bulunan, 2021 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde gerçekleştirilen ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ konulu uluslararası karikatür yarışmasından seçkilerin yer aldığı grafiti çalışmaları kentin yer altı mekânlarının kullanımına bir örnektir.
Enstalasyon pratiği sayesinde sanatçıların yarattığı yeni manzaralar kalıcı hale gelir, (efemera olmayan, permanant eserlerde) kent peyzajına karışır ve en nihayetinde kent kimliğine katkıda bulunur. Kamusal enstalasyonun kentlerde sanat vizyonuyla pekişen bir gelecek ideali temsili, kent ve sakinleri arasındaki etkileşimi az veya çok, kısa ya da uzun vadede etkiler.
21. yüzyılda sanat/tasarım, diyalog artırıcı bir biçimde kent yaşamınızdaki yerini sabitlemiştir. Kenti sanat ve tasarım estetiği ile şekillendirme vizyonu ise kamusal enstalasyonu bir kent sanatı olarak adlandırabileceğimiz bir noktaya taşımıştır. Bu aynı zamanda kent sanatı kültürünün oluşmasına, kabul edilmesine ve kent ara yüzünün mükemmelleştirilmesine hizmet etmektedir.
Kaynakça
De Oliveira, Nicolas., Oxley, Nicola., & Petry, Michael. (2005), Yeni Milenyumda Enstalasyon Sanatı: Duyular İmparatoluğu, (O.Akınhay), İstanbul: Akbank Yayıncılık.
Lefebvre, Henri. (2015), Kentsel Devrim, (çev. Selim Sezer), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Levrant de Bretteville, Sheila. (2019), Sheila Levrant de Bretteville ile Röportaj, (Röportajı Yapan: Selma Kozak, 25 Eylül 2019), Yale Üniversitesi Yale School of Art, New Haven, Connecticut.
Levrant de Bretteville, Sheila. (2016), Being Otherwise: A Conversation with Sheila Levrant de Bretteville on Feminism, Public Art, Education, and The Gentle Art of Activism, (Röportajı Yapan: Silvia Sfligiotti, 17 Mart 2016). https://medium.com/progetto-grafico/being-otherwise-b9ccbfca503a