Yaşar Kemal Sempozyumu'nun Ardından

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Yaşar Kemal Vakfı tarafından 2-3 Aralık’ta düzenlenen “Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede” Sempozyumu Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde (AASSM) gerçekleşti. Usta yazarın anlatı dünyasının “doğa” ve “insan” eksenleri üzerinden tartışıldığı sempozyuma İzmirliler yağışlı havaya rağmen büyük ilgi gösterdi.

İzmir.Art 5 Aralık 2022

YAŞAR KEMAL İLE BİNBİR ÇİÇEKLİ BAHÇEDE SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN

Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde düzenlenen “Yaşar Kemal ile Binbir Çiçekli Bahçede” sempozyumunun ardından İzmir.Art’a konuşan Feridun Andaç, “Yaşar Kemal’in yapıtlarını yorumlayarak, yarın başka bakış açılarından Yaşar Kemal’e bakma bilincini aşılamak için bir adım atmış olduk” dedi. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Yaşar Kemal Vakfı tarafından 2-3 Aralık’ta düzenlenen “Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede” Sempozyumu Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde (AASSM) gerçekleşti. Usta yazarın anlatı dünyasının “doğa” ve “insan” eksenleri üzerinden tartışıldığı sempozyuma İzmirliler yağışlı havaya rağmen büyük ilgi gösterdi.

Sempozyumun Kitabı Yayınlanacak

“Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede” sempozyumunun mimarlarından olan yazar ve eleştirmen Feridun Andaç, İzmir.Art’a şu değerlendirmede bulundu: “Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede” sempozyumu bir kitap tasarlanır gibi hazırlandı. Farklı disiplinlerden Yaşar Kemal’e bakan, doğa/insan meselesini nasıl anlattığı ya da doğa/insan teması anlatı dünyasında nasıl anlam bulduğuna bakmaya çalıştık. Yaşar Kemal’in anlatısında çok sesli, çok kültürlü ve çok kimlikli bir toplumu görüyoruz. Tüm bunlara bakarak gelecekte bu alanda kendini göstermek, bir şey yaratmak isteyenler için bir pencere açma çabasıydı. Sempozyumun kitabı yakında çıkacak ve burada sunulan bildiriler yer alacak. Yaşar Kemal’in yapıtlarını yorumlayarak, yarın başka bakış açılarından Yaşar Kemal’e bakma bilincini aşlamak için atılmış bir adım aslında. Bunu yerelden, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile yapmış olmak çok daha önemli benim açımdan. Çünkü yerel yönetimin özgür ve akılcı yaklaşımı bu sempozyumu var etti.”

Sempozyuma ev sahipliği yapanlardan biri de Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzeler ve Kütüphaneler Müdürlüğü oldu. Birim adına sempozyumu değerlendiren Tuğba Kılıçkaya, “Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede Sempozyumu’nu gerçekleştirdik. Kent için çok kapsayıcı bir etkinlik oldu, katılımcılar Yaşar Kemal’in çok yönlü taraflarını ortaya koydu. Eserlerinin bugüne yansımalarına hep birlikte şahit olmuş olduk. İzmir halkının sempozyuma gösterdiği yoğun ilgi bizim için çok memnuniyet verici oldu” dedi. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer

“Anadolu'nun Sözü Oldu”

İki günlük sempozyumun açılış konuşmasını yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Yaşar Kemal, Anadolu medeniyetinin zirvelerinden gürleyerek gelen bir nehir gibi bu coğrafyanın kültür birikimini omuzlarında taşıdı. Anadolu’nun sözü oldu. Bize birbirimizle, doğamızla, geçmişimizle ve geleceğimizle uyumu en yalın haliyle, ustalıkla anlattı. Bu topraklardaki çok renkliliğin, çok sesliliğin, çok nefesliliğin eşsiz manzaraları onun eserlerinde hayat buldu” dedi. Yaşar Kemal’in toplumun vicdanı olduğunu dile getiren Başkan Tunç Soyer şöyle devam etti: “O, yaşamı boyunca öyle büyük bir eser ortaya koydu ki, ömrü yaşam süresini aştı. Gök kubbenin altında, zaman var oldukça yankılanacak bir ses bıraktı. Yaşamıyla, Anadolu’dan bütün dünyaya yayılan ve yeryüzünün bütün kültürlerini kucaklayan sonsuz bir destan oldu. Barışı, sevgiyi ve demokrasiyi anlatan…” Başkan Soyer, Yaşar Kemal’in zorluklara rağmen umutla hiç yorulmadan yazdığını ve adaletsizliklerin karşısında durduğunu söyleyerek konuşmasını söyle tamamladı: “Biz de ondan öğrendiğimiz gibi her ne pahasına olursa olsun yaşamı, barışı ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Çok yaşa Yaşar Kemal!”

“Çevreye Yeni Bir Bakış Açısı”

Diğer açılış konuşmasını yapan Yaşar Kemal’in eşi ve Yaşar Kemal Vakfı Başkanı Ayşe Semiha Baban Gökçeli ise toplantıyı “Yaşar Kemal’in bizlerle doğa/çevre gerçeğine bakışını paylaşırken,  bugün dünyamızın en yakıcı sorunu olan çevre sorunu için yeni bakışlara ihtiyacımızı da hatırlatan bir çağrı” olarak tanımladı. Ayşe Semiha Baban Gökçeli, Yaşar Kemal’in şu sözlerini aktardı: “Benim de başlıca derdim doğadır. Kendimi bileli benim dostum doğadır.  Dünyamız tükeniyor. Bir çok hayvanın, bir çok ağacın, birçok böceğin, birçok kuşun soyu tükendi.  Bundan sonra da insanların soyu diyecektim, dilim varmadı.  İnsanoğlu bu kötü durumu sürdürmeyecek, doğayla barışacaktır. Beni okuyanlar karamsar olamasınlar. İyi ki dünyaya geldik, yaşadık, ışığı gördük. Ya gelmeseydik, ya bu güzellikleri görmeseydik...”

Yaşar Kemal Her Zaman Kalbimizde

Sempozyumun “Yaşar Kemal’e Merhaba” başlıklı ön oturum ile devam etti. Bu ilk oturumunda dostları usta yazarı ve onun edebiyatını “doğa” ve “insan” eksenleri üzerinden anlattı. Oturumun ilk konuşmacısı, Yaşar Kemal’in “Yılanı Öldürseler” romanından aynı isimle beyaz perdeye aktarılan filmin yönetmeni Türkan Şoray oldu. Şoray filmin çekim sürecini anlattı: “Bir yandan kamera önü, bir yandan da yönetmen olarak kamera arkasındaydım. Film bittikten sonra İstanbul'a döndüğümde, ‘Acaba becerebildim mi?’ diye bir ay boyunca evden dışarı çıkmadım. Film laboratuvardan çıktığında çok iyi çekildiğini söylediklerinde çok mutlu olmuştum. Filmi birlikte izledik, Yaşar Kemal ‘Yahu ben beğendim’ dedi omzuma vurarak.” Yaşar Kemal’in bir eserini filme almanın en güzel anılarından olduğunu dile getiren Şoray, “Yaşar Kemal kitaplarıyla ve kocaman yüreğiyle, sevecenliğiyle, insanları kucaklamasıyla her zaman anılarımızda ve kalbimizde yer alacak” diye konuştu.

“Çocuk Bir Adamdı”

Yazar ve Şair Ataol Behramoğlu ise usta yazarla anılarını paylaştı. Yaşar Kemal ile ilk karşılaşmasının “İnce Memed” üzerinden olduğunu söyleyen Behramoğlu, usta yazarın kendisiyle ile 1960’ların başında İstanbul’da tanıştığını dile getirdi. Behramoğlu, “Aramızdaki yirmi yaş farka karşın arkadaş olduğumuzu rahatça söyleyebilirim. Onun yanında yaşlı ya da genç olmanız fark etmezdi. Çocuk bir adamdı. Her zaman da öyle kaldı” dile konuştu.

“Doğa Tasvirlerinin Karşısında Nefessiz Kaldım”

Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” romanını müzikli tiyatro oyununa uyarlayan Amerikalı besteci Michael Ellison da Yaşar Kemal’in doğa tasvirlerinin gücü ve saf şiirselliği karşısında zaman zaman nefessiz kaldığını söyledi. Ellison sözlerine şöyle devam etti: “Yaşar Kemal ve eserleri ayrışma eğiliminin tam zıddında yer alıyor. Dinleme, empati kurma, yörüklerin, doğanın ya da yunusların bakış açısından görme kapasitesinden pek çok okur için bir tür kâbusu ya da can düşmanını temsil eden Salman’a dek, her birinin zenginliğini kapsayabiliyor. Dünya her şeyden çok bu tür ruhlara ihtiyaç duymaya devam edecek. Onun eserleri de işte bu yüzden kalıcı olacak.”

“Her Eseri İnsanlık Tarihinin Bir Laboratuvarı”

Oturumun son konuşmacısı ise Lucien Leitess oldu. Usta yazarın İsviçre’de kitaplarını basan Union Yayınevi’nin yöneticisi Lucien Leitess Yaşar Kemal’i “Çağımızın son yıllarının büyük yazarlarından birisi” olarak tanımladı. Yaşar Kemal’in edebiyatının sözlü edebiyat ile yazılı kurgunun tarihsel kesişiminde yer aldığını dile getiren Leitess şöyle devam etti: “Her ulusal edebiyat tarihi, kendi doğal gelişimi gereği yüzyıllar önce bu eşikten atlamıştır. Yaşar Kemal’in çağdaş eserlerinde bu geçişi benzersiz bir şekilde deneyimliyor ve anlıyoruz. Yaşar Kemal'in eserlerinde yer alan hiçbir tema geçmişte kalmış bir folklorik motif değildir. Hem şimdiki hem de geniş zamanda muazzam ve şaşırtıcı bir çağdaşlık. Tam da bu nedenle biz Anadolulu olmayanlar eserleri sayesinde onun derinliklerinde yatan özü tanıma şansına sahip oluyoruz. Her bir eseri adeta insanlık tarihinin bir laboratuvarı.”

Gazeteci Yaşar Kemal

Günün devam eden ilk oturumunda Yaşar Kemal’in gazeteciliği konuşuldu. Umur Talu, çocukken Basınköy’de komşusu olan Yaşar Kemal’le nasıl tanıştığını, beraber uçurdukları uçurtmalarla birlikte oynadıklarını anlattı. “Daha sonra ben de Yaşar abi de büyüdük ve onunla meslektaş oldum. Gazetecilerle her dönem dayanışma içinde olur, davalarına ve mücadelelerinin yanında olurdu” dedi. Talu’nun ardından söz alan Yasemin Giritli İnceoğlu, Yaşar Kemal’in Anadolu’da yaptığı röportajlarının edebi taraflarını anlattı. Oturumun devamında Kenan Mortan, “Yaşar Kemal Anadolu’ya Bakış: Coğrafyayı Anlamak ve Yol Göstericiliği”, Derya Sazak ise “İnce Memed’in Mezarını Niye Yaptırmadın” başlıklı sunumlarını aktardılar. Toprağın Rengi, İnsanın Sesi başlıklı oturumda ise Onur Bilge Kula, Yaşar Kemal romanının kuramsal açılımını yaptı, onun özgün biçeminden, dilsel malzemeyi yetkin bir şekilde kullanmasından bahsetti. Yaşar Kemal’in umudu yazınsallaştırmasından bahsederek “Mecbur İnsan” kavramını ayrıntılı olarak anlattı. “Akçasaz’ın Ağaları” romanının ayrıntılı bir incelemesini sundu. Bir diğer konuşmacı Kemal Arı ise konuşmasında Yaşar Kemal’in mübadele üzerine romanlarını ele aldı. Bunun için öncelikle Türk – Yunan mübadelesinin tarihselliğini örneklerle anlattı ve Türk Edebiyatı’nda mübadele konusuna değindi. Sunumunda Yaşar Kemal’in ciddi bir tarih bilinci olduğundan bahsetti. Bu bağlamda “Bir Ada Hikayesi” romanının da tanıtımını yaptı. Ve Yaşar Kemal’in yazdığı romanlarda kendine özgür bir tarih tezi ortaya koyduğundan bahsetti. Diğer bir konuşmacı Erol Köroğlu ise sunumunu “Bir Ada Hikayesi” romanı çerçevesinde gerçekleştirdi. Eserin anlattığı döneme ilişkin yeni bir anlayış ortaya koyduğunu belirtti. Savaşın sadece insanlar üzerindeki etkisine değil, doğa üzerine olan yıkıcı etkisine de ayrıntılı bir şekilde baktığını belirtti Yaşar Kemal’in. “Bir Ada Hikayesi”nin savaş karşıtı bir roman olduğunu, eleştire bir tarih anlayışına dayandığından bahsetti. Sunumda Gonca Alparslan, sözlü/yazılı kültürün özelliklerini anlatarak söze başladı. İkisi arasındaki farklılıkları ele aldı. Yaşar Kemal’in çağdaş bir destancı, aynı zamanda da gazeteci olarak halkbilimci olduğunu örnekleriyle anlattı.

‘Belleğe Çakılmış Paslı Çiviyi Sökmeye Girişmiştir"

3 Aralık’ta devam eden Sempozyumda ilk oturum “Doğanın Rengi, İnsanın Sesi” başlığını taşıdı. Başkanlığını Arzu Öztürkmen’in yaptığı oturumda Christina Zenginoğlu, “Örselenmiş Bellekte Physis’in Kurulumu ve Dönüşümü: Binboğalar Efsanesi” başlığını sundu: “ Yaşar Kemal Binboğalar Efsanesi’nde geçerliliği olan hatırla(t)maya ve unut(tur)maya yönelmiş, yörüklük geleneğine gasp edilmişlikler üzerinden bakmıştır. Savaş, göç, sürgün gibi geri dönüşsüz deneyimleri vicdani redde ve bağışlamaya ilintilemiştir. Nihayetsiz bir yolculuğu okuduğumuz eserde toprak ve barınma talebi physis merkezli ortaya konmuştur. Karmaşık ilişkilerin sürdüğü bir coğrafyayla karşılaşmadığımız romanda çeşitli meslek gruplarına, bir maksatla denize açılmış ya da karaya çıkmış kimseye rastlanmaz. İş bölümlü yaşam da buna içkin örgütlenmiştir. 

Mezkûr minvalde, örselenmiş belleklerin “bir zamanları” ne şekilde hatırladığını dondurulmuş physis içerisinde dokumuş, Osmanlı ile Türkmen savaşının getirdiklerini gerek bireysel gerekse topluluksal şekilde tartışmaya açmıştır. İskân sonrası yaşamın karakterleri ortak hatırlama çemberinde tuttuğu tespit edilmiştir. Diğer romanlarına kıyasla bu eserinde mülkiyet ve üretim biçimlerine yoğunlaşmayan yazar sömürüye yeni bir okuma getirmiştir. Bölüm başlarına düştüğü kısa özetler ve ara geçişlerle tarihsel ve siyasal olanı iç anlatıda vermiş, yalnız ve tesellisiz kalmış obalıların kaygılarının anlaşılmasını istemiştir. Azalan çadırlarla metaforik bir tükenişi yansıtırken kimlik(sizlik), ait(siz)lik çatışmasını örmüştür. 
Feridun Andaç’ın haritaladığı Yaşar Kemal’in anlatısal “anakarası” bin bir renge, düşünceye ve mekâna alan açmış, kimin; neyi, ne şekilde hatırladığını ve unuttuğunu physis dairesinin dışında kalmışlarla ölçmüştür. Kaybolmaya yüz tutmuş sembolleri, totemleri, tabir yerindeyse antikalıkları düşünmeye ve düşündürmeye almış, birkaç kuşağın ve fazlasının belleğine çakılmış paslı çiviyi sökmeye girişmiştir.”

‘Artık Ölü Bir Kentte Hayatı Sürdürüyoruz"

Aynı oturumda söz alan Aslan Erdem ise “Bir Anatomi Dersi: Deniz Küstü” başlıklı bildirisini paylaştı. Yaşar Kemal’in yazınının, Çukurova Ağı, İstanbul Ağı, Karadeniz Ağı, Anadolu Ağı gibi her biri birbirine bağlanan parçalı ağlardan oluştuğunu belirten Ertem’in sunumunun özeti şöyle: “Birbirlerine mekân, anlatı kişileri, olaylar ve bakış açısıyla eklemlenen “Anadolu'dan Gelenler” (1959), “Ağır Akan Su” (1970), Bir Bulut Kaynıyor (1974), Allah'ın Askerleri (1978), Deniz Küstü (1978), Kuşlar da Gitti (1978), “Hırsız” (1987), “Lodos Kokusu”, (1981), “Menekşenin Balıkçıları” (1982) ve “Kalemler” (1987) İstanbul Ağı’nı kurar. Bu ağın merkez metni Deniz Küstü, bir cinayetle açılır. Zeynel, zihninde on beş yıl boyunca her gün üç kere öldürdüğü İhsan’ı mahalle kahvesinin ortasında öldürür; bu, artık sonuncusudur. Cinayetle birlikte roman, zaman zaman kesişen iki parçaya ayrılır. Bir yandan çocukluğundan beri pek çok biçimde şiddete maruz kalan Zeynel’in kaçaklık hikâyesidir anlatılan bir yandansa Selim balıkçının merkezde olduğu bir balıkçılık hikâyesi… Genelde İstanbul Ağı, özeldeyse Deniz Küstü, kentin merkezde olduğu bir şiddet ve ölüm sarmalı kurar. Bu anlamda hem yitirilmiş bir coğrafyaya yakılan ağıt gibidir İstanbul Ağı hem de bir otopsi ânı. Otopsi şu sorunun cevabını arar: Bu kent nasıl öldürüldü?.. Bugün ölü kentin imgesine dönüşen Marmara Denizi’ndeki deniz salyasının yaydığı kokunun kaynağı olan ölüm anının çözümlendiği Deniz Küstü’yü Yaşar Kemal yazını içinde daha özel bir yere koyan tam da budur. Roman, söz konusu cinayetin izini sürer, maktulün yüzüne bakar ve katili ifşa eder. İrili ufaklı hemen tüm balıkları, mercanları yok edilmiş ölü bir deniz; buldozerlerle önce yerle bir edilmiş sonra üzerine devasa gökdelenler, rezidanslar, alışveriş merkezleri kurulmuş köyler, kentler; yakılıp yıkılmış, parçalanmış, soyulmuş tarihi yapılar; canına okunmuş caddeler, meydanlar, ormanlar, parklar; zehirlenmiş, delirtilmiş, barınaklarda ölüme terk edilmiş sokak hayvanları ve ne ölü ne de sağ insanlarıyla İstanbul’dur öldürülen kent. Önce kılıç balıkları öldürülür, onların ardından gelen ve bu yazıda merkeze alınan maktul ise yunuslardır. “(…) o yıl yunus balığı yağı çok para etti. Yabancılar yunus balığı yağı istiyorlarmış, bir damlası balık yağının bir gram altınmış. İşte o yıl Karadeniz'de, Egede balıkçı kalmadı Marmara'ya döküldü, Akdeniz'den, Antalya'dan, Bodrumdan bile balıkçılar geldiler, Boğazın bu kıyılarından da balıkçılar katıldı onlara, Marmara'da dehşet bir balık kovalamacası, kırımı başladı.”  Burada bir sınır aşımı söz konusudur: ‘(…) öldürmeyeceksin’ emri aşılmış ve kötülüğün alanına geçilmiştir.
Yaşar Kemal, ‘Deniz Küstü’de İstanbul’un nasıl öleyazdığını anlatır ve sonunda bir umut payı bırakır: “Birden Selim balıkçının boşluğunda, karanlığında, denizin üstünde, akan şimşeklerin arasında bir tansık patladı. Balıkçı gözlerini üst üste kırpıştırıyor, ötede gerçekleşen büyüye, tansığa bir türlü inanamıyordu. Yumruklarıyla gözlerini ovuşturup ovuşturup bakıyor, inanamıyor, bir daha bir daha bakıyordu. Karşıdan kendisine doğru, yer yer denize vurmuş gün ışıklarının, Hayırsız adanın üstünde ha bire çakan şimşeklerin arasından, denizin yumuşak, mor, mavi, yeşil, ipiltili dalgalarının arasına dalıp çıkarak, havada geniş, mavi ışıktan yaylar çizerek, som çelik mavisi kıvılcımlar fışkırtarak, savurarak bir yunus balığı sürüsü, bir sevinç ışığı olmuş balkıyarak bu yana geliyordu. Uzun yıllardır Marmara'da balıkçı bir yunus sürüsünü ilk olaraktan görüyordu. (...) Dünya apaydınlıktı ve deniz koskocaman, mavi, terütaze, dibinden ışık verilmişçesine yumuşacık bir sevinç çiçeği olup açmıştı.” Fakat Yaşar Kemal’in 1970’lerdeki ümitvar söylemi bugün artık mümkün değil. Öleyazan kenti kurtarmak için umut tükendi. Artık ölü bir kentte hayatı sürdürüyoruz; çaresizce ölümün bize bulaşmasını bekliyoruz.

‘Doğadaki Umudu Görmeliyiz"

Sempozyumun 2. Gününde “Yaşar Kemal Anlatılarında Doğanın Doğası” başlıklı oturumda ise Mustafa Sarı, Van Gölü ve Yaşar Kemal ile ilişkisine değinerek başlığında da belirtildiği üzere denizin sesi, sırrı ve derdine değindi. Denizlerde biyolojik zenginlik ve kirliliğin etkilerinden bahsederek Yaşar Kemal’in denizlerin kirliliğine yönelik uyarılarını ele aldı. Sunumun önemli bir kısmında musilaj sorununa değinildi. Doğadaki umudu görmek istiyorsak daha çok Yaşar Kemal okumamız gerekmektedir, dedi. Aynı oturumda Cihan Erdönmez ise Yaşar Kemal’in eserlerindeki bitkiler aracılığı ile insanlara verdiği mesajı örnekleriyle ele aldı. İnce Memed romanında yer alan bitkilerin istatistiklerine yer verildi. Diğer bir konuşmacı Ufuk Özdağ ise Yaşar Kemal’in eserlerindeki su etiğine değindi. Ömrünün doğanın kalemine adadığını, Yaşar Kemal’in romanlarının doğa haklarının etkili savunucuları nasıl olacağız? Sorusunun cevabını sunduğunu belirtti. Yaşar Kemal romanları bu bağlamda bir su etiği önermiştir ona göre. Su Etiği Nedir? Sorusu çerçevesinde kuramsal açıklama da yapıldı. Ayşegül Tözeren ise düşünürlerden alıntılarla bireyin doğaya ilişkin yabancılaşması ele alındı. “Sürdürülebilirlik” tartışmalarına değinildi. Yaşar Kemal’in eserlerinde sürdürülebilirliğin izlekleri gösterildi. Sunumda sosyal, derin, sığ ekoloji ele alındı. Yaşar Kemal’in bir ekolojik gerçekçi olduğu vurgulandı.

Üstadın Edepli ve Edebi Gerçekliği

“Yaşar Kemal İle Edebiyatta Dünden Yarına” başlıklı oturuma Hidayet Karakuş, başkanlık yaptı. Oturumda Feridun Andaç, “Yaşar Kemal’de olan, Duran Bir Bakış” başlıklı bildirisini paylaştı. Aynı oturumda Şeyhmus Diken’de “Yaşar Kemal Üstadın Edepli ve Edebi Gerçekliği” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Kemal’in “Kimsecik” üçlemesinden alıntılar yaparak konuşmasını sürdüren Diken, yazarın 2012’de yayınlanmış kitabı “Bu Bir Çağrıdır”a atıfta bulunarak sözlerini sonlandırdı: “Üstadın çok sevdiği bir Kürtçe söz vardır. O naif ve fesih Kürtçesi ile derdi ki; “Xwedê yeke, derî hezar”. Evet, Allah birdir, kapı bin. 

Biri kapanırsa bir diğerinin açılacağı umudu hep vardır. Öte yakaya göçüşünün üzerinden yedi yıl geçmişken diyeyim ki; biliyor musun usta bunlar bütün kapıları sadece kendi bildikleri kaville açmakta inat ettiler / ediyorlar. Kilidi de öbür ellerinde tutarak! Tanrıyı ise sadece kendi inançlarına “tahsisli” saydılar / sayıyorlar. Ve yetmezmiş gibi oyun çağındaki Kürt ve Türk çocuklarını, demir yığını kurşun geçmez panzerlerine taş attılar, sapan salladılar diye kurşunlayıp öldürdüler. Sonra da buna yasal kılıf uydurmak için “İç Güvenlik Yasası” deyip durdular. Konuşanı, düşüncesini açıklayanı ağır cezalarla mahpus damına tıktılar.

Diliyor ve umuyorum ki; bu dünya yüzüne belki de yüz yılda bir gelecek böylesine hançeresi kuvvetli, belleği güçlü, dünyası sevecen ve toprağımızın, coğrafyamızın onur abidesi, yüz akı Yaşar Kemal üstadın öte yakaya göçerken ki sözlerine kulak verecek muktedirler sahiden “muktedir” olur…

Yoksa Yaşar Baba’nın edebi ve edepli eli hep yakanızda olur ve her daim hesap sorar, benden söylemesi…”

 İki gün süren sempozyumun son oturumu ise “Yaşar Kemal ile Binbir Çiçekli Bahçede” başlığı taşıdı. Oturumda Gürsel Korat “Yazar ve Coğrafyası”, Metin Turan, “Toprak, Kuş ve Çocuk: Yaşar Kemal’de Doğanın Dönüştürücülüğü”, Evin İlyasoğlu “Yaşar Kemal Yazısında Müzik Ögeleri”, Yalçın Karayağız ise “Yaşar Kemal’in Heroik Anlatısı” başlıklı bildirilerini sundular. 

Sempozyum süresince “Yaşar Kemal’in Binbir Çiçekli Bahçesinde” Fotoğraf Sergisi’nden Yaşar Kemal Vakfı Arşivi’ne armağan fotoğraflardan bir seçki katılımların ziyaretine açıldı.

Sempozyum oturumların ardından yine AASSM’de Kardeş Türküler konseri ile son buldu. 

Kardeş Türküler

 

Sevda Aydın – Anıl Yıldız /İzmir.Art

Fotoğraflar
Videolar