Serazat Bir Derleme: Sayfiye

Tanıl Bora’nın “Sayfiye Hafiflik Hayali” adıyla derlediği kitap, içinde bulunduğumuz yaz günlerinde memleketin farklı yerlerinden sayfiye kültürünü kapsamlı bir şekilde ortaya koyuyor. Tüm sözlüklerde keyif ve dinlenmenin karşılığı olan sayfiye yeri, insanlık tarihinde çok da eski olmayan bir kültür. Tanıl Bora’nın “Sayfiye Hafiflik Hayali” adını taşıyan derlemesi de bu kültürün tarih boyunca nasıl geliştiğini değişik cephelerine eğilen yazılarla okura sunuyor.

Sevda Aydın 9 Ağustos 2022

SERAZAT BİR DERLEME: SAYFİYE

Tanıl Bora’nın “Sayfiye Hafiflik Hayali” adıyla derlediği kitap, içinde bulunduğumuz yaz günlerinde memleketin farklı yerlerinden sayfiye kültürünü kapsamlı bir şekilde ortaya koyuyor. 

Tüm sözlüklerde keyif ve dinlenmenin karşılığı olan sayfiye yeri, insanlık tarihinde çok da eski olmayan bir kültür. Tanıl Bora’nın “Sayfiye Hafiflik Hayali” adını taşıyan derlemesi de bu kültürün tarih boyunca nasıl geliştiğini değişik cephelerine eğilen yazılarla okura sunuyor. 

Tanıl Bora’nın derlemesinde Cihan Aktaş, Mehmet Ö. Alkan, Sema Aslan, Onur Baştürk, Aslı Biçen, Tuncay Birkan, Gaye Boralıoğlu, Özge Calafato Baykan, Onur Cankoçak, Behçet Çelik, Zeynep Dadak, Murat Daltaban, Feridun Düzağaç, Mahir Ünsal Eriş, Borga Kantürk, Merve Kayan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç, Murat Metinsoy, Levent Şentürk, Emel Uzun ve Sedat Yurtdaş’ın katkıları yer alıyor..

SAYFİYENİN TARİHÇESİ

Sayfiye, Ortaçağda aristokrasinin topraklarını, ekinlerini ve diğer mallarını kontrol etmek için gittiği bir yerken, sonradan yazlık saraylarda ‘keyfetmek’ amacına dönüştü. Mısır ve Roma imparatorlukları döneminde başta imparatorlar olmak üzere üst yöneticilerin yaz aylarında yazlık saraylarına göç ettiği bilinir. Anadolu’da ise Pergamon (Bergama) Krallığı bir tür sağlık turizmi olarak öne çıkarken, Roma döneminde Antakya’nın Daphne bölgesi sayfiye yeri olarak kullanılır. Osmanlı döneminde ise özellikle İstanbul’da sayfiye yerine göç etmek 19. Yüzyılın ortalarında başlar. Saray erkânı göç fermanı okunduktan sonra sayfiyeye gitmek için yola çıkar. Kentin merkezinden Adalar’a, Beykoz’a, Üsküdar ve Florya gibi çeperdeki semtlerde kurulan saray ve benzeri mekânlara göç edilir. Dönem ilerlerken sahaya burjuvazi de girer ve sarayların yerine yapılan otelleri, pansiyonlarıyla “turizm” denilen endüstriyi oluşturur. 

KULÜP TROPİKAL’DEN SANDIMA’YA

Tanıl Bora’nın “Sayfiye” adıyla derlediği kitap, yukarıdaki özet tarihçeden sonra davet ettiği yazarların hatıralarında kalanlarla devam ediyor. Bunlardan biri Levent Şentürk’ün “Kulüp Tropikal’den Sandıma’ya: Yalıkavak’ta otuz yıl” yazısı. Yalıkavak’ta yaşayan Şentürk, bölgenin 80’lerden sonra yaşadığı dönüşümü anlatıyor. Bodrum yarımadasının kuzey ucunda bulunan Yalıkavak, o dönemde tam anlamıyla bir taşra kasabası. Şentürk’ün ailesi Eskişehir’den Yalıkavak’a yaptıkları sayfiye göçleri sırasında Tilkicik’te keşfettikleri bir araziyi otel yapmaya karar verir. Arsanın imara açılması için gerekli tüm onayları alan aile, Kulüp Tropikal adını verdikleri oteli inşa eder. Yatırım, hizmet sektörü gibi alanlardan pek anlamayan ailenin dişini tırnağına takıp yarattığı otel macerası, Körfez krizinin ardından birkaç yıl sonra hazin bir şekilde son bulur. Krizi aşmak için arazi de elden çıkarılır. Levent Şentürk, yazısında kentsel ihtiyaçların sonucunda Tilkicik’in imara açılmasının ilk günahını, Kulüp Tropikal’e çıkarıyor ve devamında bölgedeki dönüşümü şöyle özetliyor; “1990’ların sonlarında artık uzak yer kalmamış, büyük arazi parçaları inşaatlarla dolmaya yüz tutmuştu… 80’lerde kurulan tatil köyleri, devre mülkler, resort’lar, kulüp oteller birkaç kez ciddi bir revizyon geçirdi. Doğanın kirlenmesi büyük bir ivme kazandı…”

EDEBİYATTA SAYFİYE

Kitapta yer alan yazarlar arasında Sema Aslan da var. Aslan, bir kamusal alan olarak sayfiyenin ana karadan ayrıldığında bazı beklentiler yarattığını belirtiyor. 

Ana karadan uzaktayken değişen nedir? Ana karada bağlayıcı, sayfiyede özgürleştirici olan bir ruh var mı? Varsa bu ruh kadınlara nasıl, erkeklere nasıl üfleniyor? Sorularına İstanbul’un sayfiye yerlerinden bakarak cevap arayan Aslan, bunu yaparken edebiyatın kadın karakterlerini merkezine alıyor. 

Yazıda Peyami Safa’nın “Selma ve Gölgesi”nden Selma’yı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Kiralık Konak”tan Sena’yı Namık Kemal’in “İntibah”sından Mahpeyker’i ve Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu’sundan Bihter’i takip ederek, kurmacanın kadın karakterlerinin sayfiyede neler yaşadıklarını izliyoruz. 

Aslan’ın “Karanlık kızlar” dediği karakterlerle ilgili ilk değerlendirmesi şöyle: “Bir kere bu kadınların her biri ‘yörüngenin dışında’ durur gibi. Her birinin ‘karanlık’ bir yanı var. Selma ve Mahpeyker düpedüz “femme fatale" kadınlar. Selma ve Seniha karanlıklarıyla yollarına devam ederken, Mahpeyker ve Bihter ölüme mahkûm edilmiş.” Bu karanlığın, yaratıldığı dönemle ve erkek yazarların elinde şekillendirilmesi ilgili araştırma metinlerinin olduğunu hatırlatan Arslan, yazısında kadınların gittikleri sayfiyeyle ilişkisine hikâyeleri üzerinden bakıyor. 

SAYFİYENİN BAŞKENTİ YALOVA

Kitabın ilgi çeken yazılarından biri de Murat Metinsoy’un kaleme aldığı “Resmi Sayfiye Ya Da Sayfiye Başkenti: Erken Cumhuriyet Döneminde Yalova” başlıklı yazısı. Yalova’nın sayfiye özelliğini, Atatürk’ün bölgeyi bir tatil mekânı olarak tasarlamasıyla kazandığını belirten Metinsoy, bu dönemde Atatürk’ün bölgeye yaptırdığı Gazi Köşkü’nde kaldığını söylüyor. Yalova’nın erken Cumhuriyet yıllarının en gözde sayfiye merkezlerinden biri olduğunu yazan Metinsoy, bölgenin hem siyasetin ve devlet işlerinin enformel olarak yürütüldüğü bir siyasi sayfiye merkez olduğunu; hem de Ankara ve İstanbul bürokratlarının ve iş çevrelerinin bir araya gelerek buluştukları, lobi yaptıkları, batılı tarzda tatil yapma kültürünü deneyimledikleri bir sayfiye başkenti rolüne oturduğunu vurguluyor. 

YAZLIK ZİYARETİNİN ADABI MUAŞERET KURALLARI

Tuncay Birkan’ın “Refik Halid’in Kılavuzluğuyla 1940’lar ve 1950’ler Türkiye’sinde Sayfiye Hayatı” adlı yazısı da yine öne çıkan yazılardan. 

Bilmeyenler için söyleyelim Refik Halid Karay, 1938-1958 yıllarında yazdığı gazete yazılarıyla erken dönem Cumhuriyet döneminin gündelik hayatını hemen hemen her ayrıntısının kaydını tutan bir gazeteci. Bu yazıları arasında İstanbul’u “yazlıkçı şehir” olarak andığı İstanbul’dan sayfiye hayatına dair gözlemlerini yazdığı yazıları da yer alıyor. Karay, 1940’larda özellikle Anadolu’da memur olan kesimlerin, yaz tatillerini geçirmek için İstanbul’u tercih ettiğini yazıyor. Tuncay Birkan, yazısında Karay’ın sayfiye hayatına dair gözlemlerini yazdığı yazılarının arşivinden yola çıkarak, 1940’lar ve 1950’ler Türkiye’sinde sayfiye hayatıyla şimdiki arasında karşılaştırma yapıyor. Karay, yazılarında sayfiye yerlerinin eğlenceli yanlarına olduğu kadar ezaya dönüşen hallerine de değinir. Bunlardan biri de  ‘yazlık ziyareti ’ne dair adabı muaşeret önerileridir. Bunlardan bazıları şöyle; “Bakınız, ziyaretler meselesinde de terbiye kusurlarından doğan rahatsızlıklar- çok candan dostlar ayırdedilirse- ne gibi şeylerdir:

1) Öğleden önce bir evin — hanım çalışsın, hizmetçiler bulunsun- iş, güç, mutbak, alışveriş ve bir taraftan da çok yerde deniz saatidir, ziyaretten sakınmalı.

2) Öğle yemeği davetlerini kolayca kabul etmemeğe dikkat lazımdır.

3) Öğle ikindi arası sükûn, istirahat, gündüz uykusu, yaz akşamına istirahatle hazırlık zamanıdır; o saatlerdeki ziyaretler en münasebetsizidir…” 

KAMU KAPLARINDA NİZAM

Sinema ve tiyatro oyuncusu Murat Daltaban ise kitaba, kamu kurumlarına ait tatil kamp alanlarına bir örnekle katkı sunuyor. Hâkim olan babasının bağlı bulunduğu kamu kampında geçen yaz tatillerinden hatırladıklarını yazan Daltaban, sayfiye alanlarının nizamını ve rejimini anlatıyor: “Yaşar Amca… Kamp Müdürü… Kampın hoparlöründen seslenirdi her fırsatta. Her gün öğlen 14.00’de çocukların uyku saatini anons eder, sonra da kampı gezip uyumayan çocukları toparlardı. Ama kimseler ortalarda gezinmez, sokağa çıkma yasağına uyardı zaten…”

YAZ AŞKLARINA YAZILAN ŞARKILAR

Sayfiye yaşamı üzerine derlenen kitapta elbette yaz şarkıları da yer alıyor. Murat Meriç’in yazın yaşananları anlatan şarkılara dair yazısı, kitabın bu ihtiyacını karşılıyor. Türkiye pop tarihine dair yazdıklarıyla bilinen Meriç, yazısına 70’li yılların başında, Anadolu-pop akımının fırtına gibi estiği yıllarda çalan bir 45’likle başlıyor. Grup Sonya Dores’in şarkılarıyla devam eden yazısında Meriç, Çanakkale’de geçen çocukluğundan, babasının mesleğinden dolayı Kumburgaz ve Erdek’teki Akbank kamplarında yaşanılan ilk aşklardan, kumsallarda her gün yeniden kurulan komşuluklara varan geniş bir sayfiye hayatı sunuyor. Yaz şarkıları denince akla ilk gen “O yaz”, yaz aşkı adıyla yayınlanan onlarca şarkı, Akdeniz akşamlarına yazılan şarkının dilden dile dolaşan macerası, yazın sona ermesiyle biten yaz aşklarını anan acıklı şarkılar da Meriç’in listesinde yer alıyor. 

Murat Meriç yazısını, Mazhar Alanson’un “Bodrum ”un devamı olarak yazdığı “Yandım” şarkısıyla bitiriyor. Ben yazıdan bir sayfa geri gidip Nazan Öncel’in  “Haydi Güney”e şarkısıyla bitirmek istiyorum:

“Bir araba bulsam, yola koyulsam

Doğru güneye gitsem, iyi kötü bir oda bulsam

Güzel bir uyku çeksem, kendime gelsem

Gecenin kollarında kendimi mutlu etsem

Sana selam getirsem güneyden biraz

Bu kalbimin sesi, bu da arkadaşım yaz

Sana hayat getirsem güneşimden biraz

Bu dalgaların sesi, bu da sevgilim deniz

Hadi güneye, hadi denize…”

 

Fotoğraflar
Videolar
Yazar Profili
Sevda Aydın
Sevda Aydın

15 İçerik

1984 doğumlu. Evrensel gazetesinde muhabirlik ve editörlük yaptı. Hayat Televizyonu’na kültür-sanat haberleri hazırladı. Evrensel Kültür dergisinde yayın danışmanlığı yaptı. Şu an izmir.art'ta kültür sanat alanında içerikler üretmektedir.

Yazar Profil Sayfası
Tag Kütüphanesi