Sinemada Kadın Olmak ya da Kadının Sinema Hali

İzmir.Art Açık Çağrı kapsamında gönderilen "Sinemada Kadın Olmak ya da Kadının Sinema Hali" başlıklı yazıda, erkek egemen söylemin sinemaya nasıl yansıdığı, kadının sinemadaki temsilinin tezahürleri üzerine sorgulayıcı bir perspektif çizilmektedir.

İzmir.Art 26 Ekim 2022

                                                                                                    SİNEMADA KADIN OLMAK YA DA KADININ SİNEMA HALİ

                                                                                                                                          Ayşe Çelikkaya

 

“Sinema, kadınlar ve dişilik ile erkekler ve erillik, kısaca cinsler arasında farklılıklar üzerine mitlerin üretildiği, yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir.”

                                                                                                                                                                                                                                      “Ve Ayna Çatladı”

 

Toplumsal cinsiyet kadrajından baktığımızda kadının toplumdaki cinsel steretoip nedeninin tamamen gelenek idealizinden kaynaklandığını görüyoruz oysa ki kadın, kadın olmaktan önce bireydir. Kadınlara karşı toplumdaki yargı ve davranışlara baktığımızda erkeklerin doğuştan var olan hakları kadınlar için kazanılması ve mücadele edilmesi gereken bir mekanizmaya bir mücadeleye dönüşüyor.  Bu geleneğe uyum sağlaması beklenen kadının uyumsuzluğu öyle ya da böyle her zaman ceza nedeni olmuş ve bu itkinin altı da maalesef kadın olan her yerde kalın harflerle çizilmiştir. Mesela yanı başımızda yaşayan üniversite öğrencisi Esra, arka sokaktaki apartmanın dördüncü katındaki eşi doktor olan Ayla, komşu semtte teneke çatıların altında trafik lambalarında su satarak yaşamaya çalışan Gülsüm, metroda karşı koltuğumuza oturan çok havalı bulduğumuz siyah gözlüklerinin arkasına saklanmış Özlem, lüks arabasıyla yanımızdan hızla geçen Jülide, fabrikaya yetişmek için sabah çocuklarını uykuda bırakan işçi Aynur ve niceleri. Gerçek hayatta sinemanın yansıması olarak var olan ya da sinemadan gerçek hayata yansıyan kadınlar. Toplumdaki algıyı belirlemesi ve olumlu ya da olumsuz olarak değiştirmesi açısından sinemanın kadını ele alışı her zaman önemli olmuştur. Yani sinemaya konu olmuş hikayelerin baş kahramanları olan erkeklere ödül veya ceza olarak sunulmuş olan tüm kadınlar. 

Kadın klasik sinema anlatısında genelde kadın bakış açısıyla değil erkek bakış açısıyla sunulmuş ve toplumun algı temsilinde karşılık bulmuştur.

1960’lara kadar Türk sinemasına baktığımızda kadının temsil biçeminin ataerkil diktenin ona çizdiği sınırla belli olduğunu görüyoruz. Burada kadın gerçek bir mekandan uzak, distopya denecek kadar farazi bir büyünün içinde sunulur. Öyledir ki kadın kusursuzdur fakat bir şartla erkeğinin ona sunduğu alanda kaldığı ve bu alan dışında olup bitenleri merak etmediği müddetçe.  Çünkü kadın yarım ve eksiktir. Onun tamamlayıcısıysa erkektir. Toplum kadından, erkek ne tür bir hata veya kusur işlerse işlersin kadının bunu sorgusuz ve sualsiz kabullenmesini ve olumlamasını salık verir. Kadın susar ve içine dönüp kusuru kendinden bilir ve böylece iyi bir eş, iyi bir sevgili, iyi bir anne olmanın kanatları altına itilerek acısına ve kimliksizliğinde yapayalnız bırakılır. Bu iyi olmanın sınırları dışına çıkıp sorgulayan, düşünen, direnen ‘ben olmaya’ çalışan kadın pasif ve edilgen alanından çıktığı için  kötü ve ahlaksız olarak cezaya layık görülür. Kadın toplum nazarında işlediği bu tür bir kusur yüzünden şiddeti hak eder. Kadının bunu hak etmesinin altını dolduran en büyük neden ise yalnız ve yalnız kadın  olması ve bunu bir kusur bir eksiklik olarak taşıması. Erkek iktidarının en güçlü imajı olan sözlü veya fiziksel şiddeti kadına karşı uyguluyor olması da erkeği bu yüzden haklı kılmakta ne yazık ki.

80’ler sonrası televizyonun da hayatımıza eklenmesiyle bu kötü ve iyi kadın idealizesi biraz daha evrimselleşip tek kadın üzerinde toplandı, iyi olarak kabul gören bir kadın artık eşine veya sevgilisine olan kırgınlığını ve öfkesini dile getirebildi, çocuğuna hayır demesi hatta gerektiğinde cezalandırması normal karşılandı, her zaman yüzüne güldüğü komşusunun ardından konuşabildi, eşinden gerektiğinde hesap sordu, hatta aldatan eşten boşanabildi. Bu davranış şekli seksenler sonrası sineması kadınında kabul buldu yadırganmadı onu daha az iyi bir kadın yapmadı da tüm bunlar umut vericiydi fakat gözden kaçan ya da göze gelmeyen bir sorun vardı ki o da bu kabullenişin sadece şehirli olan iyi kadının, ortalama hata yapma potansiyelinin perdeye yansımasıydı. Bu etkenin sinemanın kırsal yansımasında görsel olarak değişime az biraz olsun uğrasa da reelde ve sinemada taşralı kadın anlam ve algı olarak ne yazık ki aynı kaldı, bu alanlarda kadının namus olgusu yine babasının, eşinin ve erkek kardeşinin şerefini koruması üzerinden verildi, kadının şeref ve namus anlamınaysa buradan varılmaya devam edildi. Kadın kendisi adına asla anlam taşımayan sadece erkeğiyle ve onun memnun edilmiş rızasıyla anlama kavuşmuş bir varlık oldu, bu anlama sahip çıkması beklendi hatta buna mecbur edildi, bu direnci reddetmesi karşılığındaysa her türlü cezaya müstahak oldu.

“Ataerkil toplumsal düzende kadının namusu üzerinde denetimin yitirilmesi aynı zamanda kültürel dengelerin alt üst olması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, kadın bedeni, geçmişi geleceğe bağlayan ve soyu kişisel kimliği ve dini tanımlayan bir ikondur”

BİR ÇIĞLIK ŞEKLİ OLARAK SUSMAK ya da ÇIĞLIĞIN İMKANI

Geleneksel kültürün kadın üzerindeki egemenliği 1960’lara kadar sinemada bu kadar açık ve net görünür. Bağlı oldukları toplum ve aile içerisinde kabul görmek ve onaylanmak adına kadın bir kaçış rampası olarak sustu, kendi kuyusuna çekildi ve burada karşı gelmeme ve olanı kabullenmeyle varlığını devam ettirebildi.

Eril egemen altındaki kadının tikel suskunluğu kadının başlı başına protestosu ve direnci oldu aslında ve sesini çıkarsa dahi anlaşılamayacağını bilen kadın çaresiz bir çığlık olmak yerine, bu tutum ve geleneğe sessiz ve sözsüz kalarak direndi. Böylece kendisince güç anlamına karşılık gelen bir pasifizelikle aynılaşarak varlığını devam ettirebildi.

Yaşadığı toplumun üyesi olamayan kadın kendini evinde hissedemez. Bu hissedemeyiş kadını  her anlamda içine çekilmeye, susmaya ve her türden şiddeti kabullenmeye mecbur bırakır.

Suskunluğunu sinemada ve reel hayatta varlık ve yokluk çözümlemesine dönüştüren kadın aslında bunu topluma bir soru olarak da yöneltmekte. Dilin sınırlarıyla belirlenen bu dünyanın içine sorduğu bu soruyla dahil olmaya çalışan kadın ne yazık ki tüm çabasına karşı yanıtsız bırakılarak kuyusuna itilir.

“Taş kesilme motifi, efsanelerde zor durumda kalan gelinlerin, kadınların bir kurtuluş yolu olarak, Allah’a dua etmesi sonucunda taş kesilmesidir. Mesela, gelin adayının yolu, gelinin diğer aşığının adımları tarafından kesilir. Gelin dua eder ve taş kesilir. Bu efsanede amaç ders vermektir”

Eril dil dünyasında yetişen kadın kendi anlam dünyasını oluşturan özgün bir dil içine doğmadığı için kendine ait bir dili oluşturma konusunda beceri geliştirememiş. Kendi anlamı olarak üretip geliştirdiği dilin erkek egemen toplumdaki yansıması ve geri dönüşünün ise ne denli sağlıksız oluşuna Lacan’ın ayna evresi güzel bir yanıt niteliğindedir.

Eril söylem adına direnci olmayan kadın hiç olmamak adına bu egemenliğe teslim olmuş, varlığına onaylatıcı bulmak adına sevmiş, katlanmış, susmuş ve kabullenmiş. Kendi dilini unutarak maalesef ki bu eril söylemin ve dilin en alt cümlesi olarak varlığını devam ettirebilmiş. 

Acı olansa konuşmayan, şikayet etmeyen memnun bir egemen söylemde kadın, kutsal bir anlam bulmuş ve bulduğu bu anlamın avuntusuyla kimliksiz olarak ona dayatılan hayata tutunmuştur. Özgürleşen toplumda özgür olarak lanse edilen kadın ne yazık ki aile içinde ve cinsiyetçi toplum yaklaşımında bir ilerleme kat edememiştir. 

            

KADININ KADINI İNŞA ETME MÜMKÜNÜ OLARAK SİNEMA

90’lar sonrası yaygınlaşan bağımsız filmler ve auteur yönetmenler sayesinde, toplumda kadının yerini bulabilmesi adına filmler ve yönetmenlerle bu sorun irdelense de ne yazık ki kadına yönelik geleneksel bakış açısını yırtma çabasının gerçek hayatta karşılığını bulamamış olması umut kırıcı. Günümüz sinemasında zamansal gelişmelerle biçimsel olarak kadına yaklaşım değişse de anlam ve algılamada (kadına karşı şiddet ve cinayette azalma olmaması) ne yazık ki bir değişim olmadığını göstermekte. Kadının sinemadaki temsili hala reel hayata ayna tutmakta hatta ikisi bu algı üzerinde birbirini beslemeye devam etmekte. Bu nedenle sinemanın kadının yeri ve kendi hayatının belirleyicisi olması hakkındaki sorumluluğu olduğunu düşünüyor ve bu konuda kadına yol gösterebileceğine inanıyorum. Yaygın ve geleneksellik içine hapsedilmiş kadın imajının dışında form oluşturmaya yetkin sinema böylece kadının kadın olma konusundaki toplumda kabulüne ve saygısına da katkı sağlayabilir.

“Kadın yönetmenlerin filmlerinde ‘gerçek’ hikayelerine yer vermeleri sinemada yaygın kadın imgesini ve erkeğin kadın üzerinden kurduğu fantezi büyüsünü bozabilir”

Evet sinema toplum bakışı ve yaklaşımını eleştirmekten önce ondaki anlamı olumlu ya da olumsuz üreten bir mekanizma. Kadının sinemada çok yönlü temsilinin yolunun açılması ve bunun üzerinden kadına gerçek anlam yüklenmesinin yolu ise sahici filmler ve bu filmlere öncelik veren kadın yönetmenlerdir. 

Ne sinemada ne de reel hayatta birey olmayan bir kadın var olamaz. Var olmayan bir kadın ise kendini ve bilincini inşa edemez. Bu bilince ve kendine tutunan kadınlara bugünün ve yarınların her zaman ihtiyacı var. Hem sinemada hem de gerçek hayatta!..

 

Ayşe Çelikkaya - Özgeçmiş

Medya İletişim mezunuyum. İzmir Karşıyaka’da yaşamaktayım.

İkisi şiir ve biri çocuk öyküsü olmak üzere üç yayımlanmış kitabım var.

Halen yazı (öykü, sinema eleştirisi) ve şiirlerimle dergilerde yazmaya devam etmekteyim.

Bunun yanında iki kısa filmim var senaryosu ve yönetmenliği bana ait olan kadın sorunları üzerine ve yine çekilmesi önümüzdeki yıl muhtemel olan bir uzun metraj senaryom ( bu senaryom ile bu yıl ilki düzenlenen İzmir sinema ofisinin de katkılarıyla, ilk beşe kalarak bir haftalık eğitim olan İZMİR İLK FİLM GELİŞTİRME  kampına girmeye hak kazandım) bulunmakta. Sinema ve yazı alanında çalışmalarım aktif olarak devam etmekte.

 

 

 

Fotoğraflar
Videolar