Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi - Yazımın Sosyal Organizasyonu Kuramı

"Akademik dünya nasıl işler? Yazmak ve yayın yapmak bu dünyada nasıl bir yer kaplar? Siz, bu dünyada ne tür bir rol almak istiyorsunuz? Yazma ve yayın yapma biçiminiz, seçtiğiniz rolü oynayıp oynayamayacağınızı nasıl etkileyecektir?" v.b. sorular temelinde yazmanın veya yazamamanın sosyal sebeplerini inceleyen Becker, kişisel yazma serüveninizde karşılaşılan sorunlara dair ufuk açıcı önerilerde bulunuyor.

Anıl YILDIZ 14 Eylül 2022

SOSYAL BİLİMCİLERİN YAZMA ÇİLESİ 

 

                                                                                                                                                                                                            Yazımın Sosyal Organizasyonu Kuramı

 

                                                                                                                                                                                                    

Yazmak, yaşanmış malzemeye bir biçim, bir ifade biçimi dayatmak değildir elbette. Edebiyat,       Gombrowicz’in söylediği ve yaptığı gibi, daha ziyade biçimsizden ya da tamamlanmamışlıktan yanadır.  Yazmak, asla tamamlanmayan, her zaman meydana gelmekte olan ve her yaşanabilir ya da yaşanmış malzemeyi aşan bir oluş meselesidir. Bir süreçtir, diğer bir deyişle, yaşanabilir ve yaşanmışı boydan boya kat eden bir Yaşam geçişidir. Yazı oluştan ayrılamaz: Yazarken, kadın-olunur, hayvan ya da bitki-olunur, algılanamaz olana dek molekül-olunur... Kişi nevrozlarıyla yazmaz. Nevroz, psikoz: bunlar yaşam geçişleri olmaktansa, süreç kesintiye uğradığında, engellendiğinde, tıkandığında içine düşülen durumlardır. Hastalık bir süreç değil Nietzsche örneğinde olduğu gibi, sürecin durmasıdır. Bu haliyle yazar da hasta değil hekimdir, kendisinin ve dünyanın doktorudur. Dünya hastalığın insanla karıştığı belirtiler bütünüdür... Yazar görüp duyduklarından, gözleri kızarmış, kulak zarı delinmiş bir halde döner. Hangi sağlık insan tarafından ve insanın içinde, organizmalar ve türler tarafından ve onların içinde hapsedildiği her yerde yaşamı özgürleştirmeye yetebilir? 

                                             

                                               Gilles Deleuze – Edebiyat ve Hayat

        

            Yazmak bir insanın kendini ifade etme yollarından biridir. Yazma üslubumuz ne kadar açık ve netse, kendimizi diğer insanlara karşı daha iyi ifade ederiz. Ve yazdıklarımıza ilişkin geri bildirimler de bir o kadar sağlıklı olur. Hepimizin kafamızdaki düşünceleri kağıda aktarırken zorlandığı zamanlar olmuştur. Howard S. Becker da belirttiği üzere bu kitabı, öğrencileri ve meslektaşlarının, herhangi bir akademik metin yazmaya karar verdiklerinde ve bu metin üzerinde çalışırken inanılmaz sıkıntılar çektiklerini gördüğü için yazmıştır.

            Becker’ ın bu kitapta amaçladığı, dert edindiği şeylerden biri de, insanların yazarken karşılaştığı sorunların, onların kişisel zaaflarından ziyade, toplumsal organizasyon sorunları olduğunu göstermektir. Becker’ a göre insanların yazma biçimleri yazdıkları toplumsal kurumların içinden doğar ve ona göre biz sağlam bir şekilde yol almak istiyorsak, toplumsal organizasyonun akademik yazının klasik sorunlarını nasıl yarattığını görmek zorundayız. Ve burada söz konusu olan Becker’ ın da belirttiği üzere bu kitabın bakış açısını özetlemektedir.

            Toplumsal organizasyonun, bizim yazma biçimimizi nasıl etkilediği üzerine düşünmek ve hali hazırdaki engelleri görüp üstesinden gelmeye çalışmak bizim yazma konusunda daha iyi yol almamızı sağlar. Kişisel olarak da Becker’ ın dikkatleri bu konuya çekmesi, yazma ile ilgili sorunlara daha geniş açıdan bakmamı sağlamıştır. Bu bağlamda yazma ile ilgili sorunların sadece kişisel olmadığını, bulunduğumuz akademik yapıdan kaynaklanan sorunlar olduğunu bilmek, yapının önümüze çıkardığı setleri daha net görmemizi ve bunlara karşı mücadele etmemizi sağlar. Örneğin, özellikle lisans eğitiminde verilen ödevlerin, görev icabı sırf yapmış olmak için yapılması, hocaların da göz yumduğu bir olay olarak esasen o akademik yapının sorunudur. Ve lisansüstü eğitime geçildiğinde yazmaya ilişkin yaşanan sorunların önemli bir kısmı, bu gibi sorunlardan kaynaklanmaktadır.

            Becker, kitapta edilgen cümle yapılarının kullanımını da eleştirmektedir. Ve bunun ise kimin yaptığını söylemekten kaçınmanın getirdiği bir şey olduğunu belirtmiştir. Ona göre edilgen cümle yapılarını kullanmak sorumluluk altına girmekten kaçınmak demektir. Yazarlar böylece eleştirinin yükünü hafifletebileceklerini düşünmektedirler. Becker’ ın kitapta eleştirdiği yönlerden biri de, yazarların yazdıklarını akademikmiş gibi yaparak, gereği yokken, dertlerini basitçe de ifade edebilecekken, ağır bir dille yazmalarıdır. Ağır bir dille yazmak yine yukarıda belirttiğimiz üzere akademik yapının kendisinden kaynaklanan bir sorundur. Ve Becker bu hususta, C. Wright Mills ’den konuyu açıkça ortaya koyan şu alıntıyı yapmıştır:

“Kanımca akademik yazımın kolayca anlaşılabilir olmasının genellikle meselenin karmaşıklığıyla ilgisi çok azdır ya da hiç yoktur; düşüncenin büyüklüğüyle ise hiç ama hiçbir ilgisi yoktur. Bu, neredeyse tümüyle, akademik yazarın kendi statüsü hakkındaki kararsızlığından kaynaklanır... Sosyolojik anlatım alışkanlıkları, büyük oranda, sosyologların diğer akademisyenlerin gözünde bile çok az statüye sahip oldukları bir zamandan kalmadır. Dolayısıyla, akademisyenlerin anlaşılmazlığa bu kadar kolayca kaymasının nedeni statüye duyulan arzudur... Akademik üslubun üstesinden gelmek için önce akademik kibrinizin üstesinden gelmek zorundasınız.”(Becker, 2013: 56)

Statüye duyulan arzunun, ağır bir dille yazmayı körüklemesi, hepimizin kişisel olarak gözlemlediği veya bizzat kendimizin de yaptığı bir şeydir. Becker da bu süreci daha iyi anlayabilmek için “persona” kavramından yararlanmıştır ve yazarların iddialarını kabul ettirmek için personalarını nasıl kullandıklarına odaklanmaya çalışmıştır. Becker’ a göre sorunun diğer bir önemli boyutu da akademideki profesyonelleşmeden kaynaklanmaktadır. Profesyonel bir entelektüel olmak için çabalama, akademide derece atlama isteği, Becker’ a göre, bu kişilerin etrafta gördüklerini, akademik makalelerin ve kitapların yazım tarzlarını lonca üyeliğinin gerekli bir simgesi olarak benimsemelerine neden olmaktadır. Becker ise bu lonca üyeliğinden kaçınmamız gerektiğini belirtmektedir. Havalı yazımın gösterişçiliğinden ve karmaşıklığından ise üslubumuzun üzerinden tekrar tekrar giderek ve işe yaramayan kelimeleri çıkararak kaçınabileceğimizi belirtmiştir.

Becker, mümkün olduğunca çok taslak yazmak gerektiğini ve hata yapmaktan korkmamamız gerektiğini sıklıkla belirtmiştir. Ona göre öğrenciler revizyonun her yazarın başına geldiğini bilmezler. Onlara göre bir makale veya kitap, bir kerede oturup yazılmış gibi görünür ama bu yanlıştır. Becker ayrıca yazmada karşılaşılan güçlüklerin sebeplerinden biri olarak “bir şeyi yapmanın sadece bir tane en iyi yolu vardır” şeklindeki yanlış yargıların olduğunu belirtmiştir. Ona göre ciddi yazarlar mükemmel biçimi, ilk denemede değil uzun arayışlardan sonra keşfederler.

Becker çok yaygın olarak görünen yazma zorluklarının kökeni olarak şu tutumu belirtmiştir; “yazmaya nasıl başlamalı” ve “yazıyı ne şekilde organize etmeli.” Becker bu iki sorunun keşfedilmeyi bekleyen özgün bir çözümünün olmadığını, yani tek doğru yolun olmadığını belirtmiştir. Ona göre tek doğru yolu bulmak zorunda değiliz, ne söylemek istediğimizi bulmak zorundayız. Elimizdeki malzemeyi nasıl organize edeceğimize dair ise “en kolay hangisiyse onunla başlayın” diyerek tavsiye vermiştir. Ayrıca sürekli olarak ne yazacağınızı düşünmek yerine, taslak yazmanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Çünkü ona göre hiçbir cümle nihai değildir.

Bütün bu tartıştıklarımız bağlamında Becker, yazarken tavsiye ettiği biçim olarak şunlar üzerinde durmaktadır; edilgen yazma biçiminden mümkün olduğunca kaçınmak. Çünkü ona göre edilgen cümle yapısı, sorumluluk almamaya ve eleştirilerin yükünü hafifletmeye yaramaktadır. Bu kolaya kaçış ise kabul edilemez. Diğer bir üzerinde durduğu nokta ise derdimizi daha az kelime ile anlatmak varken, süslü yazmak uğruna kelime israfı yapmamak. Ayrıca diğer bir husus, tekrarlardan mümkün olduğunca kaçınmak ve son olarak gereksiz soyutlama ve metafor kullanımından sakınmaktır.

Becker’ e göre kimse bir kerede yazmayı öğrenmez, aksine yazmayı öğrenmek meslek hayatımız boyunca devam eden bir süreçtir ve her ne kadar akademiler bizim kişisel gelişimimizde bazı sorunlar çıkartsa da bize çeşitli deneyimler de sunar. Önemli olan bu deneyimleri yakalayabilmektir. Ona göre akademisyenlerin çalıştığı kurumlar onları bazı yönlere doğru zorlarlar, ancak aynı zamanda pek çok olasılığın da kapısını açarlar, önemli olan bunların nasıl değerlendirileceğidir. Akademinin içindeki dar kalıplara, çeşitli kurallara sıkışıp kalmaktansa çeşitli stratejilerle yolumuzu bulmak bizim elimizdedir, akademi bu anlamda çeşitli fırsatları da içinde barındıran bir kurumdur. Belki de en iyi yol, “akademiye rağmen akademi” duruşunu yakalayabilmektir.

Becker ayrıca yaptığımız işi görücüye çıkarmanın, başkalarının fikirlerini almanın da yazı yazma sürecine verimli etki edeceğini vurgulamıştır. Akademik yayın kalabalığına dair ise Becker şunları vurgulamıştır:

Akademide geçerli olan saikler lügati, pek çoğu kayda değer olmayan akademik yayın kalabalığını açıklamaktadır. İnsanlar bunu “öne geçmek” , “ün yapmak”, “maaşlarını arttırmak” ve en üzücüsü de “ kadro alabilmek” için yaparlar. Bu tür nedenler, çalışmasını bir an önce görücüye çıkarmak ve ödülünü almak için yazarın ikinci sınıf işlere teşne olduğunu ve en iyisi yerine “yeterince iyi” olanı kabul ettiğini ima eder. (Becker, 2013: 166)

Becker ayrıca literatür konusunu da şu soruları gündemde tutarak ele almıştır: “Literatürü etkin biçimde nasıl kullanabiliriz?” ve “ Literatür yolumuzu nasıl tıkar ve bizi yapabileceklerimizin en iyisini yapmaktan nasıl alı koyar?.” Becker öğrencilerin lisansüstü eğitimde literatürle karşılaşmalarına ilişkin ise şunları söylemektedir:

Öğrenciler lisansüstü eğitimlerinde, “kendi” sorunsalları hakkında daha önce bir şeyler yazıp çizmiş herkesten bahsetmeleri gerektiğini öğrenirler. Özenle geliştirdikleri fikrin, daha kendileri bunu düşünmeye başlamadan önce  ( hatta belki de onlar doğmadan önce) yayımlanmış olduğunu keşfetmeyi kimse istemez. ( Wirth bize, orijinalliğin eksik hafızanın ürünü olduğunu da söylemişti.) Öğrenciler dünyaya ve sinsice onları bekleyen eleştirmenlere, literatürü kontrol ettiklerini ve daha önce bu fikri kimsenin düşünmediğini göstermek isterler.  (Becker, 2013: 176)

Kitapta Becker kendi literatürü araştırma biçimine dair örnekler de vererek konuyu daha açık kılmaya çalışmıştır. Literatürü okuyucuların anlayabileceği şekilde kullanmanın önemi üzerinde durmuştur. Becker literatüre fazla takılmamak gerektiğini, fazla takınılması durumunda öne sürmek istenilen savı bozacağı üzerinde durmuştur. Ve hakim yaklaşım karşısında dikkatli olmamız gerektiği konusunda da bizi uyarmıştır:

Literatür sizin karşınızda zaman zaman “ideolojik hegemonya” adı verilen bir üstünlüğe sahiptir. Eğer yazarları bu alanı sahipleniyorlarsa, onların yaklaşımı ne kadar doğal ve akla yatkın görünüyorsa sizin meseleye dair geliştirdiğiniz yeni ve farklı yaklaşımınız da bir o kadar tuhaf ve mantıksız görünür. Onların ideolojisi okurların konu hakkındaki düşünme biçimlerini kontrol eder. Netice itibariyle neden o soruları sormadığınızı ve neden o yanıtları almadığınızı açıklamanız gerekir. Hakim yaklaşımı savunanlar ise meseleye neden sizin baktığınız gibi bakmadıklarını açıklamak zorunda değillerdir. (Becker, 2013: 188)

Becker’e göre ciddi bir akademisyen, çalışma konusuna dair birbiriyle rekabet halindeki yaklaşımları sürekli olarak araştırmalıdır ve ona göre söylemek istediğiniz şeyi söyleyemediğinizi hissediyorsanız bu, literatürün size engel olduğuna dair bir uyarıdır. Becker bütün bu tartışmaları, siz literatürü kullanın; onun sizi kullanmasına izin vermeyin diyerek noktalamıştır.

Son olarak bu kitabın kişisel yazma deneyimimize nasıl katkılar sunduğunu da belirterek yazımızı noktalayalım. Her şeyden önce bu konuda herkes için uyabilecek bir hazır reçete yoktur. Yani iş bizim kavrama gücümüze bağlıdır. Bu konuda ise Becker şunları söylemektedir:

Bu kitabı okumak, yazmaya dair bütün sorunlarınızı çözmeyecektir. Hatta belki de hiçbirini çözmeyecektir. Sizden başka hiç kimse ya da hiçbir şey- hiçbir kitap, hiçbir yazar ya da hiçbir uzman- sizin sorunlarınızı çözemez. Bunlar, sizin sorunlarınız. Bu sorunlardan siz kurtulmak zorundasınız. (Becker, 2013: 219)

Becker’ın dediği gibi sorunlarımızın kaynağını bulup onların üzerine gitmek bize düşüyor, bu anlamda hazır reçeteler bulmaktansa sorunları daha iyi tanımlamalı ve üstesinden gelmeliyiz. Esasen bu kitabın benim kişisel yazma deneyimlerim açısından ayrı bir yeri olacak. Çünkü bu kitabı okuduğum zaman aralığında, üzerinde uğraştığım bir yazının ikinci bölümünü ele alıyordum. Bir yazı üzerinde uğraşırken bu kitabı okumanın daha verimli olduğunu gördüm. Çünkü önümde bu kitapta yazılanları direkt bir uygulama alanı vardı ve olumlu sonuçlarını da görmem pek uzun sürmedi. Her şeyden önce benim kişisel yazı yazma serüvenim, ilk önce okumalarımdan çıkardığım bir derdin, daha sonra gelişmek üzere nüve halinde bulunması, daha doğrusu açığa çıkmak için beni rahatsız etmesi şeklinde olmaktadır. Yani okumalarımda yakaladığım dert, kendisini açığa çıkarmak için baskı uygular ve ben yazarak, yazmayı deneyerek ve başkalarıyla da bu yazdıklarımı paylaşarak bu baskıyı hafifletirim. Becker’ın belirttiği mümkün olduğu kadar çok taslak yazın tavsiyesini hali hazırda zaten uyguluyordum ve gerçekten bunun kendi yazma serüvenimde oldukça faydasını görmüşümdür. Becker’ ın özellikle vurguladığı, yazmaya dair çekilen sıkıntıların sadece kişisel eksikliklerden kaynaklanmadığı ve bunların arkasında toplumsal organizasyona dair sıkıntıların olduğu yaklaşımı benim için oldukça zihin açıcı olmuştur. Kendi yazı yazma deneyimlerimde yaşadığım sıkıntıların, lisans döneminden kalma, ödev mantığı nedeniyle olduğunu daha net görmeme vesile olmuştur bu kitap. Sorunun kaynağını bulursak sorun yarı yarıya çözülmüş demektir. Becker da ele aldığı bu kitap ile sorunlarımızın kaynağına eğilmemize fırsat sunmuştur. Yazı yazmak benim kendimi başkalarına ifade etme yollarımdan biridir. Bu yolun mümkün olduğu kadar açık olmasını ve derdimi mümkün olduğu kadar çok insanla paylaşıp geri bildirimler almayı isterim. Olumlu veya olumsuz bu geri bildirimler benim yazı yazmayı öğrenmemde önemli yer tutarlar. Ancak bundan sonra yazmayı çileye dönüştürmemek adına Becker’ın söyledikleri bizlere yardımcı olacaktır. Yazmayı daha eğlenceli hale getirmek bizim elimizde, sonuçta kötü yazdığımızda kıyametler kopmuyor, en iyisi yola çıkmaya kararlı olmak ve yoldayken başkalarının tecrübelerinden de öğrenerek, yolumuza devam etmek. Çünkü Deleuze’ün dediği gibi: Yazmak, asla tamamlanmayan, her zaman meydana gelmekte olan ve her yaşanabilir ya da yaşanmış malzemeyi aşan bir oluş meselesidir. Kendimizi bu oluş içinde savrulmadan var edebilmek ise bizim elimizdedir.

 

 

“Writing For Social Scientists: How to Start and Finish Your Thesis, Book, or Article”

240 sayfa

Heretik Yayıncılık, 2013, Ankara

Türkçe Söyleyen: Şerife Geniş

Howard S. Becker

 

 

 

Fotoğraflar
Videolar
Yazar Profili
Anıl YILDIZ
Anıl YILDIZ

16 İçerik

Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli yerlerde söyleşiler, sempozyumlar düzenledi, makaleleri yayınlandı. Edebiyat ve felsefe üzerine atölyeler düzenledi. Yayınlanmış 2 tane kitabı bulunmaktadır. Son yayınlanan çalışması “Alacakaranlık Edebiyatı” isimli bir deneme kitabıdır. İzmir’de sosyoloji, edebiyat, felsefe alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazar Profil Sayfası