Türkiye’nin ilk betimlemeli resim sergisi: Konuşan Resimler - Ressam Ru Ceylan ile röportaj
Uzun yıllar boyunca izleyiciye farklı bir deneyim alanı sunan Konuşan Resimler’in hikâyesi, ‘‘Şairler bugün yaşasalardı, şehirlerimiz nasıl görünürdü?’’ düşüncesiyle başladı. “Konuşan Resimler” 10. Yıl Veda Sergisi’ne sayılı günler kala, Ru Ceylan ile sanata ve sergi serisi üzerine konuştuk.
Ressam Ru Ceylan tarafından hayata geçirilen Konuşan Resimler Sergisi, Türkiye’nin ilk betimlemeli sergi serisi olma özelliğini taşıyor. Sergide, Türkiye'nin ünlü oyuncuları ve seslendirme sanatçılarının okuduğu hikâyeler ve şiirler tablolara eşlik ediyor. Yurt içi ve yurt dışı birçok sanat galerisinde sanatseverlerle buluşan sergi serisi, 13-19 Aralık tarihleri arasında İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) izleyici ile buluşmaya hazırlanıyor. 2014 yılında hayata geçirilen, 150’den fazla sanatçının yer aldığı sergi, 10. yılına özel hazırlanan 37 eser ile finalini gerçekleştirecek. Uzun yıllar boyunca izleyiciye farklı bir deneyim alanı sunan Konuşan Resimler’in hikâyesi, ‘‘Şairler bugün yaşasalardı, şehirlerimiz nasıl görünürdü?’’ düşüncesiyle başladı. “Konuşan Resimler” 10. Yıl Veda Sergisi’ne sayılı günler kala, Ru Ceylan ile sanata ve sergi serisi üzerine konuştuk.
Öncelikle sizi tanımak isteriz, Ru Ceylan sanat hayatına nasıl başladı?
Merhaba, Ressam ve Sanat ekonomistiyim. 1984 yılında Düzce’de Çerkes bir aile içinde doğdum. Sanat yolculuğum aslında çok erken yaşlarda başladı. Çocukluğumdan beri resim yapmak, kelimelerle anlatamadığım duygularımı ifade etmenin en doğal yolu oldu. İlk tuvalime dokunduğumda hissettiğim o yoğunluk, beni bu yolculuğa bağlayan şeydi. Üniversite yıllarında, Türkiye’nin zengin kültürel dokusunu yansıtan eserler yaratma fikri aklımda şekillenmeye başladı. Yıllar geçtikçe sanatın yalnızca kendimi ifade etmek değil, aynı zamanda başka insanlara dokunabilmek için bir araç olduğunu fark ettim. Bu farkındalık beni profesyonel anlamda daha büyük projelere yönlendirdi.
Sizin için sanat yapmanın anlamı nedir?
Sanat benim için bir köprü; içsel dünyamla dış dünya arasında bir bağ. Hislerim, anılarım, hayallerim ve toplumun ortak hikayeleri bir araya geliyor. Resim, ses ve hikayelerle bu bağları örüyorum. Sanat, bir yerde sonsuzluk duygusunu deneyimlemek gibi. Yaratıcılığın sınırsız olduğunu keşfetmek ve bununla başkalarına dokunabilmek, hayatımı anlamlandırıyor.
Birçok sergi ve projede yer aldınız. Bunlardan bir tanesi de, sanat dünyasının ilkleri arasında yer alan ‘Konuşan Resimler’ çalışmanız. Sergi serisini sormadan önce, Puzzle of Anatolia ile NörosanatKod üzerine konuşmak isterim. Bizlere bu iki projeden bahsedebilir misiniz?
Puzzle of Anatolia, Anadolu’nun çok katmanlı kültürel dokusunu sanatsal bir harita haline getirme arzusundan doğdu. Farklı medeniyetlerin renklerini, desenlerini ve hikâyelerini bir puzzle gibi bir araya getirerek, onların bir bütünün parçaları olduğunu anlatmak istedim. NörosanatKod ise daha deneysel bir projeydi. Beyin dalgalarını ve duygusal tepkileri sanata dönüştüren bir sistem geliştirdik. Ziyaretçilerin sergiyi deneyimlerken yaşadığı duygusal dönüşümleri, görünür kıldık. Bu hem bilim hem de sanatın bir araya geldiği benzersiz bir süreçti.
Konuşan Resimler, Türkiye’nin ilk betimlemeli sergi serisi olarak hafızalarda yer edinirken, albümü 30 milyona aşkın dinleyiciye ulaştı. Ayrıca yurt içi- yurt dışı birçok sanat merkezi ve galeride sergilendi. Konuşan Resimler’in proje fikri nasıl ortaya çıktı?
Konuşan Resimler fikri, sanatın hikâye anlatıcılığıyla nasıl bir araya gelebileceğini düşünürken ortaya çıktı. Şairlerin, tiyatro karakterlerinin ve Anadolu’nun ozanlarının hikayelerini tablolarla birleştirmek istedim. Görsel sanatın ötesine geçerek, ses ve metinle izleyiciye bir bütünlük sunma fikri beni çok heyecanlandırdı. Sergiyi ilk düşündüğümde aklımdaki soru şuydu: "Şairler bugün yaşasalardı, şehirlerimiz nasıl görünürdü?" Bu soru hem serginin felsefesini hem de görsel dilini belirledi.
Konuşan Resimler Sergisi’nde resim sanatınızı ses ile destekleyip zengin bir görsel bir anlatım sunuyorsunuz. Sergi serisi bir yandan ‘görsel bir dil’ oluştururken bir yandan da izleyiciye farklı bir deneyim alanı sunuyor. Hazırlık ve yaratım süreçlerinden bahsetmek ister misiniz?
Her sergi bir yaşam döngüsü gibiydi. Önce konuyu belirlemek ve o temaya uygun karakterleri seçmekle başladım. Her portre için uzun araştırmalar yaptım; bu karakterlerin iç dünyalarını anlamaya çalıştım. Sonra hikayeleri yazıp, seslendirme sanatçılarıyla çalışarak ses boyutunu ekledim. Bu süreç bazen haftalar, bazen aylar aldı. Görsel, işitsel ve edebi bir uyum yaratmak her zaman önceliğim oldu.
Sergi serisi; ‘Ebedi Edebi’, ‘Suretsizler’ ve ‘Anadolu’nun Ozanları’ gibi başlıklarla, farklı yıllarda devam etti. 2014 yılı ile birlikte başlayan sergi, veda sergisi ile son buluyor. Bugüne kadar projede yer alan çalışmaları nasıl değerlendirirsiniz?
Geride bıraktığımız her sergi, bir dönemin ruhunu yansıtıyor. Ebedi Edebi, şairlerin duygusal derinliklerine bir yolculuktu. Suretsizler, insanın varoluş sancılarını işlerken, Anadolu’nun Ozanları bizi köklerimize götürdü. Saint Age ile dünya tiyatrosunun karakterlerini işledik. Hatta bu lansmanımız sonrası sergimiz tiyatroya dönüşecek. Her biri birer anı gibi. Bugün bu projelere baktığımda, her birinin kendi içinde tamamlanmış bir hikâye olduğunu hissediyorum.
Son olarak gelecek işlere dair bir soru yöneltmeyi isterim. Yeni projelerinizde ne tür temalar ve anlatımlar üzerine yoğunlaşmayı planlıyorsunuz?
Veda sergisi sonrası yeni projelerim daha deneysel olacak. "Zamansızlık" ve "evrensel yalnızlık" temaları üzerinde çalışıyorum. Ayrıca, sanatı daha interaktif bir hale getiren teknolojik yaklaşımları denemek istiyorum. Amacım, izleyiciyi yalnızca bir gözlemci değil, aynı zamanda hikâyenin bir parçası haline getirmek.